Tüm insanlarda ortak olanı, hiçbir zaman eksik olmayan fenomenleri insanın varlık koşullarından hareket ederek ortaya çıkarmak insan felsefesinin, felsefi antropolojinin görevidir, “insan nedir?” temel sorusu etrafında insani hayatı oluş halinde, biyopsişik bütün içinde ele alarak ve varlık dünyasının tüm katmanlarının insan denilen varlık alanında taşındığını bilerek onu kendine özgü fenomenler temelinde araştırmak Takiyettin Mengüşoğlu’nun başlıca uğraşısı olmuştur.
Mengüşoğlu insanın varlık koşulları olarak belirlediği fenomenleri şu şekilde sıralar: Bilen, değerleri duyan, tavır takınan, önceden gören, önceden belirleyen, isteyen, özgür, tarihsel, ideleştiren, kendisini bir şeye veren, çalışan, eğiten ve eğitilen, devlet kuran, inanan, sanatın yaratıcısı, konuşan, biyopsişik bir varlık olarak insan. Bu şekilde sadece insanın varlık alanlarından, öğelerinden yola çıkan insan felsefesi onun kozmostaki yerini gene ona özgü fenomenler dâhilinde araştırır ki ontolojik temellere dayanan antropolojinin başlangıçları Kant’a dek uzanır.
İnsan felsefesini sadece soyut bir bilgi teorisi için değil, hayata yansıyan, hayatla ilişiği olan, gücü ve etkinliği artıran bir bilgi, bir hayat aktivitesi olarak değerlendiren Mengüşoğlu için bu felsefe aynı zamanda ontogenetiktir.
Yani dünyamız ve insan kozmik bir varlığın parçasıdır ve bu kozmik varlığın bütününün etkilerinin dışında değildir. O bu düşüncelerini ağırlıklı olarak Darwin, Uexküll, Gehlen, Kant, Nietzsche, Dilthey, Hartmann ve Scheler’in görüşleri ve tartışmaları etrafında geliştirir.
- Yazar: Takiyettin Mengüşoğlu
- Kitabın Başlığı: İnsan Felsefesi
- Yayına Hazırlayan: Ufuk Coşkun
- Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 132; Felsefe Dizisi - 39
- Basım Bilgileri: 1. Basım / Aralık 2015 | 3. Basım / Eylül 2021
- Sayfa Sayısı: 546
- ISBN: 978-605-5063-74-0
- Kapak Resmi: Leonardo da Vinci, La Joconde (Mona Lisa)
- Boyutları: 13,5 x 21
İkinci Basıma Önsöz
BİRİNCİ KİTAP
İNSANIN VARLIK YAPISI VE NİTELİKLERİ
Giriş
I. Antropolojik Teoriler
II. Ontolojik Temellere Dayanan Antropoloji
III. Bilen Bir Varlık Olarak İnsan
IV. Yapıp-Eden Bir Varlık Olarak İnsan
V. Değerleri Duyan Bir Varlık Olarak İnsan
VI. Tavır Takınan Bir Varlık Olarak İnsan
VII. Önceden Gören, Önceden Belirleyen Bir Varlık Olarak İnsan
VIII. İsteyen Bir Varlık Olarak İnsan
IX. Özgür Bir Varlık Olarak İnsan
X. Tarihsel Bir
Varlık Olarak İnsan
XI. İdeleştiren Bir Varlık Olarak İnsan
XII. Kendisini Bir Şeye Veren, Seven Bir Varlık Olarak İnsan
XIII. Çalışan Bir Varlık Olarak İnsan
XIV. Eğiten ve Eğitilebilen Bir Varlık Olarak İnsan
XV. Devlet Kuran Bir Varlık Olarak İnsan
XVI. İnanan Bir Varlık Olarak İnsan
XVII. Sanatın Yaratıcısı Olarak İnsan
XVIII. Konuşan Bir Varlık Olarak İnsan
XIX. Biyopsişik Bir Varlık Olarak İnsan
İKİNCİ KİTAP
İNSAN VE HAYVAN, DÜNYA VE ÇEVRE
I. İnsan ve Hayvanın Somut Varlık Bütünlükleri
II. İnsan ve Hayvanın Varlık Yapısında
İkinci Basıma Önsöz
İnsan Felsefesi adı altında yayımlanan bu kitap, Takiyettin
Mengüşoğlu’nun felsefi düşüncelerinin ve çalışmalarının baş ilgi alanı olan “felsefi antropoloji”nin daha önce yayımlanan birinci ve ikinci
ciltlerini içeriyor. Antropolojinin, yani insan felsefesinin 1971’de yayımlanan
birinci cildi, Felsefi Antropoloji –İnsanın Varlık Yapısı ve Nitelikleri;
ikinci cildi, İnsan ve Dünya, Hayvan ve Çevre –İnsan ve Hayvanda Karşıt
Fenomenler (1979) adı altında yayımlanmıştır. Bu kez, birbirini tamamlayan
bu kitaplar, İnsan Felsefesi adı altında birleştirilmekle, okuyucuya
yazarın insan hakkındaki görüşünü kavramada kolaylık ve bütünlük sağlayacaktır.
Bu iki kitap, Mengüşoğlu’nun kırklı yıllarda
başlayan, yetmişli yıllara kadar süren “insan” araştırmalarını içermekte;
burada insan olmanın özellikleri, insanın varlık yapısı ve neliği, yeryüzündeki
özel yeri, hayvanla arasındaki apayrılık araştırılmaktadır.
Takiyettin Mengüşoğlu’nun “insan felsefesi”
alanındaki araştırmaları, 1944 yılında, İstanbul Üniversitesi’nde verdiği
“Felsefi Antropoloji” dersleri ile başladı; altmışlı yıllarda Alman
üniversitelerinde yaptığı derslerle sürdü; ve yetmişli yıllara kadar aralıksız
devam etti.
Mengüşoğlu “insan”ı incelemeye biyoloji alanındaki araştırmalarıyla başladı. Çalışmalarına nasıl
başladığını kendisi şöyle anlatıyor:
“Başlangıçta derslerimizde biyolojik teoriler
ele alındı. Özellikle vitalist biyolojinin kurucusu Hans Driesch’in, mekanist biyolojinin önemli bir temsilcisi olan Max Hartmann’ın düşünceleri tartışıldı. Bundan sonra Darwin’in Türlerin Kökeni adlı yapıtı ele alınarak, memleketimizde ve
başka yerlerde birbirine karıştırılan Darwin’in düşünceleri ile Darwinizm arasındaki başkalık gösterildi. Bu da bizi Uexküll ve Konrad Lorenz ile başlayan davranış biyolojisine götürdü.” Mengüşoğlu, Uexküll’ün biyoloji alanındaki araştırmalara getirdiği bütünlükçü görüşten,
kendisinin insanı parçalamayan, yaşayan bir bütün, somut bir varlık olarak
gören insan felsefesi için yararlanmıştır.
Bilindiği gibi, yüzyılımızın başından beri, felsefi
ilgi insan araştırmalarına yönelmiş, felsefi düşünme, insanı anlama ve insan
felsefesini bağımsız bir disiplin haline getirme çabalarında yoğunlaşmıştır. Bu
araştırmalar, biyolojiden, psikolojiden, sosyolojiden; bu alanlardan gelen
görüş açılarından, ya da kavramlardan kalkarak, insan hakkında, temelli bir
görüş ortaya koymaya çalışmışlardır. Ancak bu araştırmalar insana çeşitli
açılardan baktıkları için, onu parçalamak zorunda kalmışlar, insanın
bütünlüğünü gözden kaçırmışlardır. Bütünlükçü bir görüş getiren sosyal
araştırmalar da, insanın varlık bütünlüğünü değil, kültürlerdeki çeşitlilik ve
anlam bütünlüğünü göz önünde bulundurdular. Takiyettin Mengüşoğlu’nun insan
felsefesi bu tek yanlı araştırmalara karşı çıkar. İnsanın bütün bu yanlarının,
yani bedeninin, ruhunun, toplumsal hayatının ve yaratmalarının içinde oluşup
durduğu insanın somut bütünlüğüne dayanan fenomenleri araştırır. Bu fenomenler, insanın bütün yanlarıyla (bedeni, ruhu, kültürü)
katıldığı, “olmazsa olmaz”, “varlık koşullar” vb. betimleme ve çözümlemeler
insanın kendi başarılarıdır.
Mengüşoğlu, insan felsefesi alanındaki
çalışmalarının gelişmesini şöyle anlatıyor: “Çalışmalarımız, felsefi
antropolojinin bağımsız bir felsefe disiplini olarak ortaya çıkabilmesi için, insanın
bütünlüğü ile ya da hiç değilse bir yanı ile otonom bir varlık alanı olarak görülmesinin gerekli olduğunu gösterdiler.
Çünkü ancak o zaman antropoloji bir zooloji olmaktan kurtulabilir. Nitekim insan problemleriyle
uğraşan Kant ve Scheler de insanı bir yanı ile otonom bir varlık olarak
görmüşlerdir. Böylece otonomi problemiyle uğraşmak ilk hedefimiz oldu; ve bu problem Kant ve Scheler’de araştırıldı. Bu araştırmalar insan felsefemize bir
hazırlık olmak üzere, önce 1949, ikinci kez de 1969’da Edebiyat Fakültesi
Yayınları arasında yayımlandı. Bu kitabı, insanın çeşitli fenomenleriyle ilgili
olan kısa yazılar izledi... Böylece antropolojimizin sınırları çizilirken,
ortaya atılan antropolojik teorilerle hesaplaşmak gerekiyordu. Şimdi asıl
önemli problem, yetersizlikleri görülen bu teorilere dayanmadan, yeni bir
görüşle insan problemlerini incelemekti. Çünkü bu antropolojik teoriler, ya insanla
hayvan arasında bir fark görmüyor ya da insanla hayvan arasında önceden kabul
edilen ve belli kavramlara dayanan bir ‘apayrılık’ postulatından hareket
ediyorlar. Halbuki bizim çalışmalarımızda, insanla hayvan arasındaki
‘apayrılık’ kendiliğinden ortaya çıkıyor; böyle bir postulattan değil, bir fenomen temelinden hareket ediliyor. Bu fenomenler öyle fenomenlerdir ki, hiçbir yerde, hiçbir insan
toplumunda eksik değildirler. Bundan dolayı bu fenomenlere ‘insanın varlık koşulları’
adı verildi.”
“Bu fenomenlerin çözümlenme ve betimlenmeleri
insanın bütünlüğüyle otonom bir varlık olduğunu gösterdiler... İnsan kendisini
doğadan koparmış, doğa dışı... bir varlık olmuştur. Gerçi bu insanın otonom
olmasını sağlamış, fakat aynı zamanda ona ağır bir yük ve sorumluluklar
yüklemiştir. Öte yandan temelini insanın varlık bütünlüğünde bulan bütün insan
fenomenleri arasındaki bağın, eylemler ve bu eylemleri yöneten değerler olduğu
da, her bölümde kendiliğinden ortaya çıkmıştır.” Mengüşoğlu’nun üzerinde
durduğu ve göstermek istediği başka önemli bir yan da, insanın ruh-beden
bütünlüğüdür. “Bu bütünlüğün görülmesine engel olan, eski çağlardan arta kalan,
bugün de birçok bilim adamının dayandığı yetenekler psikolojisi ile atomist psikoloji ve özellikle dinden gelen görüşlerdir; insanın
biyopsişik bütünlüğünü göstermek için bu engellerle hesaplaşmak gerekti.”
Mengüşoğlu, insan felsefesinin ikinci kitabında
“insan ve hayvanın varlık bütününde ortaya çıkan karşıt fenomenleri” ele alır.
“Bu karşıt fenomenlerde derine inildikçe, hayvanın olduğu gibi, insanın varlık
yapısının da açığa çıktığı, iki varlık arasındaki bambaşkalığın kendiliğinden
açıklık kazandığı görülecektir.”
“İnsanı araştıran antropolojik görüşlerin hepsi
de, araştırma ve teorileri birbirinden ne kadar başka olursa olsun, hayvanla
insanı karşılaştırırlar; onlar arasındaki farktan hareket ederler; bu fark
ister bir apayrılık, isterse bir derece farkı olarak düşünülmüş olsun. Bu
araştırmalarda insan ve hayvan yan yana, iç içe ele alınmakta, fakat
problemlerin çözümlenmesinde deneysel araştırmalara, özellikle biyoloji alanında ortaya çıkan yeni araştırmalara yeteri kadar yer
verilmemektedir. Bu teoriler, kurgusal ve öznel düşünceler ileri sürüyorlar ve
sanıyorlar ki, bu teorik kavramlarla, hayvanla insan arasındaki başkalık açığa
çıkabilecektir. Halbuki hayvanla insan arasında bir birlik ya da başkalık
varsa, bunu göstermek ancak bilimsel, deneysel araştırmalarla yapılabilir;
yoksa birtakım kavramlarla, ‘geist’, ‘eksiklikler varlığı’, ‘kültür’, ‘animal rasyonale’,
‘animal symbolicum’ ya da Darwinizm ile değil.”
“Bu bakımdan biz, hayvan-dünyasında yapılan
deneysel araştırmaları antropoloji bakımından değerlendiriyor ve insan ve
hayvanın varlık bütününde ortaya çıkan karşıt fenomenlerde bunu göstermek için Uexküll’ün çevre araştırmalarına dayanıyoruz.”
Mengüşoğlu, insan araştırmalarında, kontrol
edilmesine olanak olmayan filogenetik araştırmalara yer vermez, ontogenetik problemlerden
kalkar. Bu araştırmaların başka bir özelliği de, felsefede alışılagelen bir
“sistem” bir “izm” olmaması, araştırmalara açık kapı bırakmasıdır.
Takiyettin Mengüşoğlu’nun insan görüşüne göre,
insanın hem “varlık koşulu” hem de başarıları olan, insanın bilen, inanan,
çalışan, değerleri duyan, seven, ideleştiren, önceden gören, isteyen,
eğiten-eğitilen ve özgür olan bir varlık olması yanında dil ve disharmoni fenomenleri de onun varlık yapısının temelinde yer
alır. Din ve devlet varlık koşullarının en kökenselidir. İnsan önceden
belirlenmemiş, açık bir varlık olarak, bir olanaklar varlığıdır. İnsan,
gittikçe doğadan kopan, doğadışı bir varlıktır. Bu bakımdan başarı ve felaketlerinin
sorumlusu kendisidir. O, başarı ve başarısızlıklarında, insan olmanın onuru ve
sorumluluğunu taşır. Disharmonik varlığında en yüksek olanla en aşağı olanı
birleştirir.
Tomris Mengüşoğlu
Takiyettin Mengüşoğlu [1908-1984]
Türkiye’de modern felsefi düşüncenin öncülerindendir. 1928’de Sivas Lisesi’ni bitirdi. Aynı yıl Avrupa’da eğitim göreceklerin katıldığı sınavda başarılı olarak Almanya’nın Thüringen şehrindeki Schulphorta’ya gönderildi. Bu okul Fichte, Ranke, Nietzsche gibi ünlülerin eğitim aldıkları bir gymnasium –üstlise– idi. Başarısı üzerine Göttingen Üniversitesi’nde doktora çalışması için Moritz Geiger’e gitti. Fakat Nazi tehlikesi yüzünden Almanya’da kaçmak zorunda kalan Yahudi kökenli Geiger onu, bir tavsiye mektubuyla Berlin’e, Nicolai Hartmann’a yolladı. “Husserl ve Scheler’de Bilebilirliğin Sınırları” başlıklı tez 1937’de tamamlandı. Aynı yıl Umumi Felsefe ve Mantık asistanı olarak İ.Ü. Edebiyat Fakültesi’ne girdi. 1942’de “Nicolai Hartmann’ ın 20. Asır Felsefesindeki Yeri” yazısı doçentlik tezi olarak kabul edildi. 1953’te profesör oldu ve Sistematik Felsefe Kürsüsü’nün başına geçti. 1961-62 yıllarında Almanya’nın Tübingen Üniversitesi’nde misafir profesör olarak çalıştı. 1968’de kürsüyü Sistematik Felsefe ve Mantık’a çevirdi ve Felsefi Antropoloji ağırlığıyla ölümüne dek kürsüyü yönetti.