Königsbergli filozofun düşünceleri, kuşkusuz bir dehanın tüm parıltısına kavuşmuştur. Güçsüz bir bedenden yükselen ateş, insanın ve evrenin sırrına dahil edilme isteğini, doğaya karşı aynı ölçülerde, aynı mutlak kesinlikte karşılık verebilme iradesini göstermiştir. Kant’ın büyüsü şimdiye kadar hiç eksilmemiştir. “Üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlâk yasası” yeryüzünde var olduğu müddetçe de bu büyü yaşamaya devam edecektir.
Akıl, ahlâk, metafizik, değer, bilgi, inanç ve yargılarımız konusunda hiçbir düşünür, Kant kadar eleştirel ve kuşatıcı olmamıştır. Kant, insan doğasının kuruluşunu tüm nesnelliğiyle ele alır. Öncelikli olarak o, kendinden önceki felsefi gelenekleri kendi merkezinde toplamayı başarabilmiştir. Kant, tüm duyumcu, emprisist, metafizik cepheleri gözden geçirmiş, transendental idealizmin imkânlarını araştırmıştır. Etik ve estetik değerler konusunda, “yüce”ye dair bilgimizi ortaya koymuştur. Aklın bilinebilir sınırlarını göstermiş, ahlâk metafiziğinin ilkelerini saptamıştır. Yani, “Ne bilebiliriz?” sorusuna, aklın bundan daha az önemli olmayan başka bir sorusunu ilâve etmiştir: “Ne yapmalıyız?” Nihayetinde, teorik akıl ile pratik aklı temel bir sorun olarak gün yüzüne çıkarabilmiştir.
Kant’ın felsefesi insanın içinde bir ‘özne’ olarak yer aldığı kusursuz bir matematiğe benzer. Doğanın özgürlüğü ile insanın ödev ahlâkı, iniş ve çıkışlarıyla birlikte, bu müziğin notalarını oluşturur. Akıl ve duygu, iyi ve kötü gibi bütün karşıtlıklar bu denklemin her iki tarafında yer alır ve Kantçı felsefede mükemmel çözüme kavuşurlar.
Bu kitapta, Kantçı düşüncenin en önemli yorumcularından kabul edilen Heinz Heimsoeth, Kant felsefesinin özüne dair çetrefil meseleleri, sade bir üslup, berrak bir anlatım ve büyük bir ustalıkla çözümlemektedir.
- Yazar: Heinz Heimsoeth
- Kitabın Başlığı: Kant'ın Felsefesi
- Çeviren: Takiyettin Mengüşoğlu [Almanca]
- Yayına Hazırlayan: Uluğ Nutku
- Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
- Tasarım Uygulama: Aziz Tuna
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 30; Felsefe Dizisi - 8
- Basım Bilgileri: 10. Basım / Haziran 2023 [1. Basım / 1967]
- Sayfa Sayısı: 187
- ISBN: 978-975-8717-31-6
- Boyutları: 13,5 x 21
Sunuş
Birinci Baskıya
Önsöz
Giriş: Kant’ın Hayatı ve Düşüncelerinin Gelişmesi
I. Kant’ın Gençlik Yapıtları: Evrenbilim (Kozmoloji) ve Doğa Felsefesi
Gençlik Çağının Doğa ve Evren Kavramları
II. Kant’ın 1760 ile 1770 Yılları Arasında Düşünce Dünyası
III. Salt Aklın Kritiği
A. Önsöz ve Giriş
B. Transendental (Aşkın) Estetik
C. Transendental Analitik (Kategoriler Teorisi)
D. Transendental Tümelden Çıkarım (Deduktion)
E. Salt Anlama Yetisinin İlkeleri
F. Transendental Diyalektik
IV. Pratik Aklın Kritiği
A. Salt Pratik Akla Dayanan Etik’in Temellendirilmesi
B. Amaçlar Ülkesi ve Özyasallık (Autonomi) Sorunu
C. Salt Pratik Aklın Postulatları
V. Yargıgücünün Kritiği
A. Üçüncü Kritiğin Sorunları
B. Estetik Yargıgücünün Kritiği
C. Teleolojik (Erekli) Yargıların Kritiği
VI. Kant’ın Din ve Tarih Felsefesi
Dizin
Sunuş
Bu kitabın üçüncü baskısının hazırlanışına katkıda bulunma
fırsatını Doğu Batı Yayınları’nın nazik önerisiyle buldum. Heinz Heimsoeth’ün
bu kitabı ve aynı anda yeniden basılan Felsefenin Temel Disiplinleri
başlıklı kitabı, öğrenciliğimde elimden düşürmediğim, düşünsel oluşumumda
etkilerini taşıdığım ve yıllar sonra şimdi, böyle olmasına minnet duyduğum eserleridir.
Hocam Takiyettin Mengüşoğlu’nun çevirisiyle (1967, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi
Yayınları) bize kazandırılmıştı. İkinci baskısı Tomris Mengüşoğlu’nun gözden geçirmesiyle yapılmıştı (1986,
Remzi Kitabevi). Benim yaptığım, ‘gözden geçirmenin gözden geçirilmesi’ değil,
kitabı biraz daha yalın bir dille okuyucuya sunmaktır. Filozofları soyadlarıyla
bilmek yeterli olduğundan, kitabın adı Kant’ın Felsefesi olarak
kısaltılmıştır. Doğu Batı Yayınları yönetmeni Taşkın Takış’ın ön çalışmasından
pek yararlandım. Bu baskı, bir terimler ve anlamlar dizini hazırlandıktan ve
kitaba yer yer uygulandıktan sonra yapılmıştır. Hocamın ilk baskıya Önsöz’ünde
“alçakgönüllülükle Türkçe düşünmeye çalışmak” tavsiyesini benimsemiş bir
öğrencisi olarak kitabı yeniden baskıya hazırladım.
Uluğ Nutku
22 Eylül 2007, Mersin
Birinci Baskıya Önsöz
Bu küçük kitap, Profesör Heinz Heimsoeth’ün konuk profesör olarak Üniversitemizde 1950-51 yıllarında Kant’ın Felsefesi üzerine verdiği derslerin çevirisidir. Kısa bir süre
önce Almanya’da bir “Armağan” yayımlanarak 80. doğum yılı kutlanan Profesör
Heinz Heimsoeth tanınmış bir Kant araştırmacısıdır. Halen Köln Üniversitesi’nde
dersler vermekte, seminerler düzenlemekte; çalışmalarını ve yayın hayatını canlı
bir şekilde sürdürmektedir. Birkaç ay önce Kant’ın Salt Aklın Kritiği adlı yapıtına ayrıntılı bir açıklama çalışması
(komentar) yayımladı; bunu ikinci ve üçüncü ciltler izlemek üzeredir.
Türkçesini sunduğumuz bu derslerde, Profesör
Heinz Heimsoeth, Kant’ın hayatını, hayatı boyunca çarpıştığı güçlükleri; yapıtlarını,
bu yapıtlarındaki ana sorunları ve çözüm yollarını Kant’ı çok iyi tanıyan bir
filozof rahatlığıyla ele almıştır. Kant felsefesinin sorunlarını bu kadar kısa
bir yazıda tam bir açıklıkla ortaya koyup göstermeyi, ancak Kant’la uzun yıllar
uğraşmış bir araştırmacı başarabilirdi. Bu kitapta okuyucu, Kant’ın bütün
yazılarındaki sorunları, yayımlandıkları tarih sırasına göre açık bir şekilde
“ilk elden” görebilecektir. Kant felsefesi üzerine karanlık ve çoğu zaman
yanlış düşüncelerin dönüp dolaştığı ülkemizde bu kitap, filozofu doğru anlama
bakımından önemlidir.
Bundan başka, Kant’ın uğraştığı birçok soruna ilişkin yanlışlar, bugün bizim bilim,
felsefe ve fikir hayatımızdaki bazı tarzlarda, hattâ günlük hayatımızda sürüp
gitmektedir. Örneğin, “kavramcılık” bunlardan birisidir. Kant, toplumumuzda sık
sık başvurulan, insanı boş gurura ve havada duran fikir oyunlarına götüren “kavramcılık”la
çarpışmış ve insan aklının bu alandaki sınırlarını göstermiştir.
Kavramcılık Doğulunun hem bilim alanında, hem
de günlük hayatta en çok başvurduğu düşünme tarzıdır. Doğulu için bilim ve
felsefe ezberlenen, yüklenilmesi gereken içi boş bir kavramlar yüküdür; onların
dünyayla, hayatla ilgisi yoktur. Üniversitelerde gençler bilim ve felsefe
yapmayı değil, bilimi ve felsefeyi öğrenirler; yani ezberlerler. Günlük
hayatta da Kavramcılık, yapıp ettiklerini kavramlar arkasında saklamak; olmayan
şeyi var göstermek; var olanı da kendi çıkarına göre yorumlamak şeklinde olup
biter. İnsanlar küçüklüklerini, tutarsızlık ve yalanlarını, mantığa dayanan
kavram oyunları ile örterler. Hattâ çoğu zaman yalnız örtmekle kalmazlar,
bunları en yüksek insanî amaçlara bağlarlar, –sanki yüksek değerlerin insan
hayatındaki yeri ve ödevi, insanın çıkarlarına, yalan ve küçüklüklerine,
paravana olmakmış gibi.
Kant, analitik yargılar ve gelenekle gelen metafizik hakkında ortaya koyduğu düşüncelerle, insanı hatalı ve sahte
yollara düşüren aklın bu yetisine sınırlarını göstermiştir.
Kant’a göre, eğer insandan köşesinde oturarak düşünme yeteneğinin bütün
olanaklarını kullanıp rasyonalist metafiziklerin yaptığı gibi kavram kurguları
yapması istenseydi, bu kolay ve insanın kendi hesabına pek gurur verici
sonuçlara varacağı bir iş olurdu. Halbuki ondan ‘insan olma’yı gerçekleştirmesi
beklenmektedir. Burada insan, ‘pratik aklın’ ona gösterdiği ‘insan olma’ya
inanmaktan başka hiçbir temele sahip değildir: ne bir kanıtlama olanağına ne de
bir mutluluk amacına. Ondan gerçekleştirmesi beklenen ‘insanlık’, onun aynı
zamanda varlık temeli ve varlık nedenidir. Bunu gerçekleştirmede insan
yapayalnızdır: ona ne Doğa ne de tanrı yardım edebilir; öyle ki, bütün başarı
ve başarısızlığının; mutluluk ve mutsuzluğunun tek sorumlusu insanın
kendisidir. İnsan, ‘insan olma’yı ne başkasının kişiliğinde, hattâ ne de
–dinlerin yaptığı gibi– tanrı için bir araç olarak kullanmalıdır.
Pratik aklın insandan gerçekleştirmesini mutlak
olarak istediği ‘insan olma’ temeli üzerinde, bütün insanlar birleşirler. Bu
bakımdan Kant insanlığın hastalıklı, kriz dönemlerinde saplanılan mutlak bir
bireycilik ve göreceliğin de sınırlarını çizmiştir.
İnsanın kendisini ‘kendi başına bir amacın’
gerçekleştiricisi olarak görmesi, Kant’ın insan için çizdiği bu gurur dolu, alçakgönüllü çehre,
gerçekten heyecan vericidir. Kant’ın bu görüşünün Batı dünyasının düşünürleri,
sanatçıları üzerinde derin etkileri olmuştur.
Felsefi araştırmalarında bilgi sorunundan
hareket etmiş olduğu halde, Kant’ın insan sorunlarında varmış olduğu sonuçlar ona, bugün çeşitli
yönlerden ele alınarak uğraşılan felsefi antropolojinin kurucusu sayılma
hakkını kazandırmıştır. Bunun nedeni, onun insan sorunlarında, insanın maddi ve
manevi çıkarlarını gözetip kollamayan, dürüst ve objektif bir tavır takınmış
olması; eleştirilerinde hiçbir peşin yargıya dayanmamasıdır.
* * *
Türk dilinin hızla gelişip oluştuğu bir çağda yaşıyoruz. Bu
bakımdan bu çeviri yapılırken, şu sırada yazı yazan herkesin kolayca
anlayacağı birçok güçlükle çarpışmak zorunda kalınmıştır. Burada, dile karşı
saygısı olan herkesin yapacağı gibi, uyduruluvermiş ya da dilimize bir “kültür
özentisi” olarak başka dillerden girmiş olan ve onu bozan kelimelere yer
vermemeye çalışıldı. Fakat bir çeviride en büyük güçlükle, terimlerde
karşılaşılmaktadır. Bizde, genel olarak, Batı dillerinden alınan terimler,
artık hangi dilden aktarılmışsa, o dilde okunduğu gibi, Türk Alfabesi ile yazılır.
Bu da birçok karışıklığın doğmasına neden olmaktadır. Bu bakımdan bu yazıda,
hem bizim dilimizin kendi içinde, hem de Batı kültür çevresi ile bir birlik
kurabilmek için, bu kelimelerin Batı dillerine geldikleri kaynaklardaki yazılış
şekillerine –Grekçe ya da Latinceden geldiklerine göre, Grekçe ya da Latince
yazılış şekillerine– elverdiği kadar bağlı kalma denendi.
Gerçi dili “yapmak” tek bir insanın işi olamaz;
fakat dil yine de bireylerin yaptıklarıyla oluşmaktadır. Dilin oluşması
kaçınılmaz bir olaydır. Onun gelişmesi için gerekli olansa, ortaklaşa bir
düşünme ve görmenin doğmasıdır. Düşünüp görülerek değil de, yakıştırılan,
uydurulan kelimelerle, kelime “yaratma”larla yapılmaya, geliştirilmeye
çalışılan dil, birliğini ve anlamını yitirir. Bunun için yazı yazan herkesin
alçakgönüllülükle Türkçe düşünmeye çalışması; kelime uydurmada değil,
yapabiliyorsa düşünmede yaratıcı olması, dilin korunması ve gelişmesinin en
sağlam yoludur.
Takiyettin Mengüşoğlu
Takiyettin Mengüşoğlu [1908-1984]
Türkiye’de modern felsefi düşüncenin öncülerindendir. 1928’de Sivas Lisesi’ni bitirdi. Aynı yıl Avrupa’da eğitim göreceklerin katıldığı sınavda başarılı olarak Almanya’nın Thüringen şehrindeki Schulphorta’ya gönderildi. Bu okul Fichte, Ranke, Nietzsche gibi ünlülerin eğitim aldıkları bir gymnasium –üstlise– idi. Başarısı üzerine Göttingen Üniversitesi’nde doktora çalışması için Moritz Geiger’e gitti. Fakat Nazi tehlikesi yüzünden Almanya’da kaçmak zorunda kalan Yahudi kökenli Geiger onu, bir tavsiye mektubuyla Berlin’e, Nicolai Hartmann’a yolladı. “Husserl ve Scheler’de Bilebilirliğin Sınırları” başlıklı tez 1937’de tamamlandı. Aynı yıl Umumi Felsefe ve Mantık asistanı olarak İ.Ü. Edebiyat Fakültesi’ne girdi. 1942’de “Nicolai Hartmann’ ın 20. Asır Felsefesindeki Yeri” yazısı doçentlik tezi olarak kabul edildi. 1953’te profesör oldu ve Sistematik Felsefe Kürsüsü’nün başına geçti. 1961-62 yıllarında Almanya’nın Tübingen Üniversitesi’nde misafir profesör olarak çalıştı. 1968’de kürsüyü Sistematik Felsefe ve Mantık’a çevirdi ve Felsefi Antropoloji ağırlığıyla ölümüne dek kürsüyü yönetti.
Heinz Heimsoeth (1886-1975)
Alman felsefe tarihçisi. Yeni Kantçı okulun üyesidir. 18. yüzyıl sonrası felsefe akımları üzerine çalışmalar yaptı. Felsefe tarihinin ayrı bir disiplin niteliği kazanmasında önemli katkılarda bulundu. 1950-1952 yılları arasında İstanbul Üniversitesi’nde dersler verdi, seminerler düzenledi. Kant Araştırmaları ve Batı Metafiziğinin Altı Büyük Teması (1922) adlı yapıtıyla ünlüdür.
Başlıca Yapıtları
Metaphysik der Neuzeit (1929; Yeniçağ Metafiziği), Hegels Philosophie der Musik (1964; Hegel’in Müzik Felsefesi), Geschichtsphilosophie in Nicolai Hartmann “Systematische Philosophie” (1942; Nicolai Hartmann’ın “Sistematik Felsefe”sinde Tarih Felsefesi)