• Speculum Mentis ya da Bilginin Haritası

Speculum Mentis ya da Bilginin Haritası

  • 190,00 TL
  • 133,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

Collingwood, felsefi görüşlerini, farklı bilgi türleri arasında kurmaya çalıştığı bir birlik arayışı üzerine temellendirmiştir. Kendi döneminde, insan için en temel deneyim biçimleri olan sanat, din, bilim, tarih ve felsefenin birbirleriyle hiç ilgisi olmayan bilgi türleri olarak görülmesi, Collingwood için, kabul edilemez bir durum olmuş ve bu nedenle, bütün yapıtlarında bu soruna bir çare bulmak istemiştir.

Speculum Mentis, Collingwood'un, sanat, din, bilim, tarih ve felsefeye ilişkin görüşlerini ayrıntılı bir biçimde dile getirmiş olduğu yapıtıdır. Bu kitapta, Collingwood, deneyim formları olan, sanatı, dini, tarihi, bilimi ve felsefeyi, diyalektik bir formlar skalası haline getirmektedir. Bundan amaç, günümüzde herhangi bir insana yararlı olabilecek tek felsefe yapma tarzının, insan deneyiminin başlıca formlarının eleştirel olarak gözden geçirilmesi olduğunu göstermek ve buna bağlı olarak, felsefi olarak kavranabilecek yeni bir İnsan Doğası İncelemesi'ne girişmektir.

Collingwood için, ilke ve yöntemleri doğa biliminkine benzetilerek tasarlanan bir “insan doğası bilimi” önerisi, özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda, doğa biliminin kendi ilke ve yöntemlerinin yeni yeni geliştirilmiş ve dünyanın soruşturulmasında kullanılmaya başlanmış olduğu bir dönemde ortaya çıkmış eski bir öneridir. Ona göre Locke da, Hume da, Kant da, insan doğası bilimiyle insanın anlama yetisinin ne olduğunu anlamakta ve insan zihninin kendisi hakkında bilgi edinmesi sorununu çözmekte başarısız olmuşlardır.


  • Yazar: R. G. Collingwood
  • Kitabın Başlığı: Speculum Mentis ya da Bilginin Haritası
  • Orijinal Başlık: Speculum Mentis or The Map of Knowledge
  • Çeviren: Kubilay Aysevener & Zerrin Eren [İngilizce]
  • Yayına Hazırlayan: Ufuk Coşkun
  • Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
  • Tasarım Uygulama: Aziz Tuna
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 103; Felsefe - 29
  • Basım Bilgileri: 2. Basım / Ağustos 2020 [1. Basım / Mart 2014]
  • Sayfa Sayısı: 296
  • ISBN: 978-605-5063-10-8
  • Kapak Resmi: Bir Ortaçağ kâtip ve hattalı Jean Miélot’nun otoportresi
  • Boyutları: 13,5 x 21

 

 

Öndeyiş

I. Giriş

II. Speculum Mentis

III. Sanat

1. Salt İmgelem Olarak Sanat

2. Sanat Yapıtı

3. Sanatın Monadizmi

4. Sanatta Anlam

5. Soru ve Yanıt Olarak Bilgi

6. Hata Formu Olarak Sanat

7. Sanatın Diyalektiği

8. Oyun

IV. Din

1. Sanattan Dine Geçiş

2. Dinin Gelişimi

3. Din ve Dinin Nesnesi

4. Dinde Simge ve Anlam

5. Uylaşım

6. Dinin Görevi

7. Dinden Düşüncenin Yaşamına Geçiş

V. Bilim

1. Düşüncenin Yaşamı

2. Soyut Kavramın İleri Sürülmesi Olarak Bilim

3. A Priori ya da Tümdengelimli Bilim

4. Yararlılık ya da Soyut Etik

5. Empirik ya da Tümevarımcı Bilim

6. Varsayımsal Olarak Bilim

7. Düşüncenin Sezgisel Biçimi Olarak Bilim

8. Anlık ve Akıl

VI. Tarih

1. Olgunun İleri Sürülmesi Olarak Tarih

2. Tarihin Gelişimi

3. Mutlak Nesne Olarak Olgu Dünyası

4. Görev ya da Somut Etik

5. Tarihin Çöküşü

6. Tarihten Felsefeye Geçiş

VII. Felsefe

1. Kendilik-Bilinci Olarak Felsefe

2. Genel Olarak Realist ya da Dogmatik Felsefe

3. Estetik Felsefe

4. Dinsel Felsefe

5. Bilimsel Felsefe

6. Tarihsel Felsefe

7. Hata Formları Kuramı

8. Mutlak Bilgi Olarak Felsefe

9. Mutlak Zihin

10. Mutlak Etik

VIII. Speculum Speculi


Dizin

Öndeyiş

 

“Herhangi bir kişiye gerçekten yararlı olabilecek tek felsefe, insan deneyiminin başlıca formlarının eleştirel açıdan irdelenmesidir.” Bu kitap, uzun bir süredir gelişmekte olan “herhangi bir kişiye şu anda gerçekten yararlı olabilecek tek felsefe, insan deneyiminin başlıca formlarının eleştirel irdelenmesi, düşünsel olarak kavranan insan doğasının yeni bir incelemesidir” kanısının bir sonucudur. Bu, özünde yeni bir proje sayılmaz; öte yandan olanakları da kolayca tüketilecek gibi değildir. Sanat, din, bilim ve benzerleriyle uğraşmayı seçen kişileri seçmiş oldukları bu yaşamda ender olarak çok mutlu görürüz; genellikle kendilerini örnek almaları konusunda başkalarını ikna etme kaygısı taşırlar. Bunu niçin yaparlar? Acılarının karşılığında ne elde ederler? Bu, bana modern yaşamın en can alıcı sorusu gibi görünüyor. Bu soru yanıtlanana dek, teoloji ya da psikolojiyi, etik ya da mantığı belirli bir sistematik yöntemle açıklamaya kalkışmanın yararı olacağını sanmıyorum.

Açıkçası, bu tür bir felsefenin –deneyim formlarının felsefesinin– var olan tek felsefe olduğu, bütün diğer felsefelerin onun içinde kapsandığına ilişkin kuşkularımı, en başında bile, gizleyemem. Üstelik bir felsefi sistemin olasılığına inandığımı, bu kitapta da böyle bir sistemin derme çatma bir taslağını okura sunma suçunu işlediğimi itiraf etmeye çekiniyorum. Eleştirmenlerin yumruklarını sakınmasını beklemiyorum; yalnızca şunu diyebilirim: “Vur; ama dinle!” Bana göre, sistemli düşünceden nefret etmek bir kusur değildir. Bu nefret, iki önemli hakikatin farkında olmak demektir: İlki, hiçbir sistem –asla– son olamaz. İkincisi, tutarlı bir sistemi oluşturmak epeyce zordur; bunu başardığını söyleyen kişi, büyük olasılıkla kendisini ya da başkalarını aldatıyordur. Bunu başarmış olduğumu iddia etmiyorum. Yalnızca, bunu erişilmesi güç bir ideal olarak amaçladığımı ve bu idealden bilerek vazgeçmenin felsefenin bir oyuna, sıkıcı ve aptalca bir oyuna indirgenmesi olacağını düşündüğümü itiraf ediyorum.

Bu kitap yalnızca bir taslaktır. Ayrıntıları azaltmayı denedim ancak yeni bir bakış açısıyla incelenmesinde yarar gördüğüm temel noktaları yinelemekten kaçınmadım; tersine, ana düşünce kalıplarımı olanaklı olduğunca vurgulayarak ortaya koydum. İçeriğin seçiminde, kitabın belli bir boyutta olma kısıtlaması, okurların düşlem eğilimine baskın çıktı; evin konuk alma kapasitesi ev sahibinin konukseverliğini sınırlar! Bunu şuna benzetebiliriz: Okur, yazarın önüne koyduğu yemeği yer ve yazara, yazarın göstereceği konukseverlik bağıyla bağlanır. Okur, önüne konulanı, konulduğu sırayla yiyerek mutlu olmalı; balık verilirken peynir istememeli ya da büyük bir et parçası yerine üç değişik başlangıç yemeği verildiği için mızırdanmamalı. Bilmeli ki ev sahibi konuklarını hoşnut etmek için elinden geleni yapmıştır; bile bile hiç kimsenin damak tadıyla alay etmemiş, masasındaki düşmanlarıyla bile dürüstçe konuşmuştur. Şu da bir gerçek ki başka biri değil, yalnızca ev sahibi yiyecekleri seçme ve hangi sırayla sunacağını belirleme sorumluluğunu taşır. Eğer yazarın düzenlemesi ve sözcük seçimi okurunkinden farklıysa okurun gücenmemesi dilenir.

Kitabı düzenlerken, konuları doğal akışları içinde sıralamaya çabaladım. Terminoloji açısındansa yalnızca bir amacım vardı: iyi niyetli, zeki bir okurun –biraz çabalarsa– anlayabileceği bir İngilizceyle yazmak. Hiçbir yazar, iki ayrı tümceyi bağlamlarından söküp çıkaran, sonra da bunları başka bir yere aktarıp bir araya getirerek dövüştürmekten, bu tümcelerin birbirleriyle çelişmesinden yarar uman sözel ukalalığa karşı kendini koruyamaz. Herhangi bir ekolün özel diline bel bağlamaksızın, duru bir dille yazılamayan felsefenin hatalı felsefe olması gerektiğine yürekten inanırım. Ne yalan söyleyeyim, böyle özel bir dilden de tümüyle kaçınamadım; ama tartışmama ışık tutması için bazı teknik ayrıntıları okura anımsatma dışında bu özel dili pek ender kullandım.

Kullanmayı doğal ve doğru bulmama karşın, aldatıcı olmalarının yanısıra diğerlerine ayak bağı da olabilen birkaç sözcüğe dikkat çekmeliyim. Bir şeyi öznel olarak adlandırdığımda özne ya da bilinçli zihin olan ya da özne ya da bilinçli zihne ait olan demek isterim. Bir şeye nesnel dediğimde, böyle bir bilinçli zihnin nesnesi olan ya da nesnesine ait olan demek isterim. Gerçek bir güle nesnel, imgesine öznel ya da gül nesneldir ve rengi nesneldir ya da güldeki moleküller nesneldir ve gülün güzelliği özneldir demem. Gerçek bir gülü gerçek, imgesel gülü imgesel olarak adlandırırım. Her ikisini de nesnel olarak adlandırırım; çünkü onlar sırasıyla algılayan ve imgeleyen zihnin nesneleridir. Benzer bakışla, moleküller bilimadamı için, güzellik ise sanatçı için nesneldir. Biçimsel mantıkta yargılamak ve yargı sözcüklerinin kullanıldığı yerlerde, herhangi bir karışıklığa yol açmayacak yerlerde –İngilizce kullanımına saygım nedeniyle– ileri sürmek ve ileri sürme’yi ya da ifade etmek ve ifade’yi kullandım. Gene duyumsama, imgelem, düşünce ve benzerlerinden söz ettiğimde de, bazen duyumsanan bir nesneyi, bazen de duyumsama edimini, alışkanlığını ya da yetisini ya da benzerlerini demek istedim. Bu kullanım, böyle bir İngilizceye alışkın olmayan bir eleştirmenin kafasını karıştıracaktır. Ona yalnızca Tanrının merhamet etmesini dilerim. Hangi bağlamda kullanılırsa kullanılsın, bir sözcüğün yalnızca tek bir anlama geldiğini, başka bir şey anlamına gelemeyeceğini varsaymak, mantıksal doğruluğun olağanüstü yüksek standartlarını değil, dilin doğası hakkında olağanüstü cehaleti gösterir.

Borçlandıklarıma, gönülden teşekkürlerimi sunmak benim için karşı konulamayacak bir çağrıdır. Okuyup kendisinden bir şey öğrendiğimin bilincinde olmadığım yazar yok denecek kadar azdır; aslında kişi kendi içinde sahip olduğu şeyi öğrenir, öğretmenlerinin öğretmek için sahip oldukları şeyleri değil. Ancak, bu kitabın içerdiği hangi yaşam görüşü olursa olsun, yalnızca ne öğretmenlerden ne de kitaplardan edinilmiştir; bu görüşler, felsefe olarak adlandırılmayan şeylerin çalışılması sırasında edinilmiştir. Resimlere bakarak ve bu resimlerle ilgili ama hiç kimseyi sanat felsefesini tartışabilecek niteliklerle donatmayan kitaplar okuyarak. Çünkü kişi sanatlarla ya da en azından sanatlardan biriyle gerçekten uğraşmaya çok zaman ve çaba harcamalı; böylelikle kazandığı deneyim üzerine düşünmeyi öğrenmeli. Aynısı bu kitapta tartışmış olduğum diğer düşünce formlarına da uygulanmıştır. Çünkü felsefi bir kitap yazmak, insan yaşamı üzerine bir yorum yazmaktır ve okunmamış bir metin hakkında yapılan yorumlardan derlenmiş bir yorum ayıp bir şeydir. Bu ya da şu deneyim formu üzerine söylediklerimin, kuramlara –yetkince– karşı çıkmak olmadığına, yalnızca yaşam türlerinin biri ya da diğerindeki sıkıntının nerede olduğunu göstermeyi amaçlayan alçakgönüllü bilgiler olduğuna okuru ikna edebilmeyi umuyorum. Oturup düşünmekten başka bir şey yapmayan sahne felsefecisine, varsa bile, ben rastlamadım.

Diğer yandan, daha önceki yorumlara başvurmadan yorum yazmak, bilginlik değil cehalet; içtenlik değil, ciddiyetsizliktir. Kitapta, geçmişin ve günümüzün önemli yazarlarıyla benzer yönlerimi öne çıkartabilir, böyle yaparak da haklı olarak yeni olduğu ileri sürülen herhangi bir felsefeden uzak duran okura kitabımı salık vermiş olabilirdim. Bunu yapmaktan özenle kaçındıysam bunun tek nedeni, konumumun yazdıklarımı savunmak için büyük adamlardan yapacağım alıntılardan çok, kendi değeriyle belirlenmesini istememdir. Ancak okur savımın ona diğer kişilerin söylemiş olduklarını anımsattığını hissederse, düş kırıklığı yaşamayacağım; tersine, beni gerçekten düş kırıklığına uğratacak şey yeni çıkmış paradoksların satıcısı gibi davranılması ve ‘Yeni İdealist’ gibi saçma bir ismin verilmesi olacaktır. Mağrur bir sahte alçakgönüllülükle bu kitabın felsefesinin benim kendi yetersiz felsefem olduğunu da iddia etmeyeceğim. Daha çok, sanırım alçakgönüllülüğün kibriyle, her büyük felsefecinin öğretisinin özünü ya da özü olarak düşündüğüm şeyi, tüm gücümle yeniden ifade ettiğimi iddia edebilirim. Felsefi mezheplerin çekişmeleri aptallar için eğlencelidir; düşünce makinesinin sarsıntı ve gıcırtılarının üzerinde, büyük felsefeciler olan göklerin ruhları tarafından koro halinde söylenen bir melodi vardır. Bu melodi, philosophia quaedam perennis, her şey için bir zamanlar ortaya çıkarılmış hakikatin bütünü değil, içeriği asla ilk kez keşfedilmemiş, ancak her gerçek düşünür tarafından sürekli olarak belirlenen ve aydınlatılan, yaşayan bir düşüncedir. Bu sürece değerli herhangi bir şey katmış olduğumu iddia etmeye cesaret edemem; ama en azından, çalışmamın değerinin, başka bir şeyle değil de bu sınavla yargılanması gerektiğini biliyorum.

 

R. G. C.
Stapleton’s Chantry,
North Moreton.
Ağustos, 1923

Robin George Collingwood (1889-1943)

İngiliz düşünür ve tarihçi. 22 Şubat 1889’da Lancashire’da dünyaya geldi. Babası W. G. Collingwood sanat tarihçisi John Ruskin’in yakın arkadaşı ve sekreteriydi. Annesi ise yetenekli bir ressamdı. Ailesinin yanında 13 yaşına kadar özel eğitim gördü. Sonrasında Oxford’a yazıldı. Yunanca, Latince ve antik felsefe alanlarında uzmanlaştı. 1912 yılında felsefe öğretmenliği yaptı. Arkeoloji ile yakından ilgilendi. Roma Britanyası Arkeolojisi (1930) ve Oxford Tarihinde İngiliz Yerleşimleri (1936) bu alanda bilinen çalışmalarıdır. Felsefe ve tarih disiplinlerinin bütünleştirilmesi yönündeki çalışmaların öncüsü sayılan Collingwood, 20. yüzyılın en önemli düşünürlerindendir. Felsefi görüşlerinde Platon, Vico, Kant, Hegel ve Croce’nin izlerine rastlamak mümkündür. Yapıtlarında, felsefenin temel konusunun, doğadan çok tarihe yakın olduğunu ortaya koyarak felsefenin yönteminin bu eksende yeniden belirlenmesi gerekliliği üstünde durdu. Düşünsel problemlerin tarihsel yaklaşım yöntemiyle nasıl çözümlenebileceğini gösterdi. Bu yönüyle Tarih Tasarımı adlı çalışmasıyla dünyada ün kazanmıştır.

Başlıca Yapıtları

  • Religion and Philosophie (1916; Din ve Felsefe)
  • Essay on Philosophical Method (1933; Felsefe Yöntemi Üzerine Deneme)
  • An Essay on Metaphysics (1940; Metafizik Üzerine Bir Deneme)
  • The New Leviathan (1942, Yeni Leviathan)
  • The Idea of Nature (1945, Doğa Tasarımı)
  • The Idea of History (1946, Tarih Tasarımı)