Tarihe bakış ve tarihyazımı bir daha asla eskisi gibi olmadı Annales Tarih Okulunun ortaya koyduğu yetkin eserlerin ardından. Tüm dünyada tarihçilik anlayışı sonsuza kadar değişti. Bütüncül bir tarih anlayışına sahiplerdi. Tarihsel değişmelere yol açan bütün unsurları hesaba katarak çalışmalarını yürüttüler. Geçmişi ve bugünü anlamak için, bütün insan bilimlerinin biraraya gelmesini ve diğer disip-linlerden sonuna kadar faydalanılmasını savundular. Bu amaca ulaşmak için bir yanda son derece sabır ve titizlik isteyen arşiv çalışmaları ve belgeye dayalı tez savunuları ve kanıtlar, diğer yanda tüm bunları yorumlayacak çok yönlü bir entelektüel ilgi ve derinlik…
İşte tam burada Fernand Braudel’in hayatı, tarih görüşü ve eserleri bu tarih devrimini anlamak için daha da değer kazanıyor. Tarih artık sadece bir bilim değil, bir edebî tür ve âdeta sanata dönüşüyor onun kaleminde. “Tarihin Zamanları”, “İnsan Bilimlerinin Birliği ve Çeşitliliği”, “Tarih ve Sosyoloji” ve “Tarihsel Bir İktisat için” bu kitaptaki yazılardan sadece birkaçı. Ve burada aslında Braudel, gelecek nesil tarihçiler için çok daha esaslı bir hedef gösteriyor dünü, bugünü, yarını anlamak adına… Artık herhangi bir tarihsel olay anlaşılmak isteniyorsa sadece sosyal bilimler değil, o anda mevcut tüm doğa olayları, biyolojik çeşitlilikler, virüs ve bakteri düzeyinde süreçler vb. de ele alınmak zorundadır.
- Yazar: Fernand Braudel
- Kitabın Başlığı: Tarih Üzerine Yazılar
- Orijinal Başlık: Écrits sur l’histoire
- Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay [Fransızca]
- Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
- Kapak Tasarımı: Harun Ak
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 162; Tarih Dizisi - 19
- Basım Bilgileri: 3. Basım / Ağustos 2020 [1. Basım / 1992 - İmge Kitabevi]
- Sayfa Sayısı: 328
- ISBN: 978-605-9328-60-9
- Kapak Resmi: Bir 14. yüzyıl sonu kroniği, Bibliothèque Municipale, Paris.
- Boyutları: 13,5 x 21
Sunuş
Önsöz
I. Tarihin Zamanları
II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası
Tarihin 1950’deki Konumları
II. Tarih ve Diğer İnsan Bilimleri
Tarih ve Sosyal Bilimler: Uzun Süre
Tarih ve Süreler
Kısa Zaman Kavgası
İletişim ve Toplumsal
Matematikler
Tarihçinin Zamanı,
Sosyologun Zamanı
İnsan Bilimlerinin Birliği ve Çeşitliliği
Tarih ve Sosyoloji
Tarihsel Bir İktisat için
Dizisel Bir Tarih için: Sevilla ve Atlantik (1504-1650)
Yapı ve Konjonktür
Orta Atlantik’in
Yapılanması
Diziselin Zaferi
Ödül: Üretim Tarihi
Uzun mu, Yoksa İyi mi
Yazmalı?
Biyolojik Bireyin Bir Coğrafyası Var mıdır?
Bir Toplumsal Tarih Kavrayışına Dair
“Model” Haline İndirgenmiş Batı’nın Özgünlüğü (11.
ve 18. Yüzyıllar)
Batı ve Rusya
Toplumsal Tarih Nedir?
Nüfusbilim ve İnsan Bilimlerinin Boyutları
Ernst Wagemann’ın
“Eşikleri”
Alfred Sauvy’nin
Modelleri
Louis Chevalier:
Biyolojik Bir Tarih için
III. Tarih ve Şimdiki Zaman
Bahia Brezilyası’nda: Şimdiki
Zaman Geçmişi Açıklıyor
Uygarlıklar Tarihi: Geçmiş Şimdiyi Açıklar
Uygarlık ve Kültür
Tarih Yol Ayırımında
Tarih Şimdiki Zamanın
Karşısında
Dizin
Sunuş
20. yüzyılın tamamlanmasına sekiz yıl varken, bu süre içinde
olağandışı bir dâhinin çıkarak büyük bir devrimi gerçekleştirmemesi halinde,
yüzyılımızın en büyük tarihçisinin Fernand Braudel olduğunu söylersek, yanlış
yapmış olmayız. Braudel’in neden 20. yüzyılın en büyük tarihçisi sıfatını hak
ettiğini, tarih konusundaki görüşlerini içeren bu kitabı okuduktan sonra daha
iyi kavrıyoruz.
Tarih bilimi ya da sanatı veyahut da bir edebî tür olarak tarih
biçiminde ifade edilebilecek nitelikteki, geçmişi araştırma işi her şeyden önce
bir inşa faaliyetidir. Yani bir geçmiş mimarisidir ve buna bağlı olarak birçok
tarz, üslup, zevk söz konusu olmuştur. Geçmişi inşa ederken (yeniden inşa
ederken demiyorum, çünkü bu ifade aslına sadakat gibi bir anlamı içerebilir,
oysa geçmişi inşa edenlerin çoğunun bu tarz kaygıları sadece görünüşte
olmuştur. Zaten böyle bir kaygısı olanlar da, geçmişe ancak sentezci
yaklaşılabileceğinden ötürü, yani eşyanın tabiatı gereği, mutlaka yeni inşalar
yapmak zorunda kalmışlardır), bu geçmişin hangi hususlarının öne çıkartılacağı,
tarihçinin meşrebini, “doktrini”ni meydana getirmektedir. Eğer tekrarlanmayan,
ortaya bir kere çıkan, benzersiz ve kısa ömürlü olay ve buna bağlı olarak
“tarihi yapan büyük adamlar” öne çıkartmıyorsa bu olay-anlatıcı (vekayi türü)
tarih olmaktadır. Braudel bu tarih anlayışına karşı kavga verenlerin önde
gelenlerindendir.
Braudel’in tarih anlayışı, Marc Bloch ve Lucien Febvre tarafından kurulan Annales tarih okulunun doğrultusunda oluşmuştur. Bütüncül
adını verebileceğimiz bu tarih anlayışı, değişmeye etki eden tüm unsurların
hesaba katılmasını gerektirmektedir. O halde tarihçi yalnızca tarihçi olmakla
yetinemez; geçmişi inşa etme ve bugünü anlama uğraşında sosyal bilimlerin
tümünden yararlanmak zorundadır. Bütüncül tarih anlayışı (veya yeni tarihçilik)
bütün insan bilimlerinin bir araya gelmesi, tek bir sosyal bilimin kurulması
için mücadeleyi gerektirmektedir.
Bu kitap, Braudel’in bu yöndeki mücadelesinin
kilometre taşları olan makalelerini bir araya toplamaktadır. Geleneksel
tarihin, tarihi diğer sosyal bilimlerden ayrı gören, ayırmakta ısrarlı olan
anlayışı çerçevesinde koşullanmış olan tarih okuyucuları ve tabii bu anlayışa
mensup tarihçiler, bu kitabın önermeleri üzerinde uzun uzadıya düşünmeli ve
tarih ile diğer insan bilimlerinin birliğe doğru ilerlemelerinin bu alanda
açacağı ufkun ve olanakların genişliği karşısında kafa yormalıdırlar. Ne yazık
ki, Türkiye’de bu noktanın çok gerisindeyiz.
Mehmet Ali Kılıçbay
Şubat 1992
Önsöz
Bu derlemenin çıkış
noktası fikri bana ait değildir. Bundan iki veya üç yıl önce Polonyalı, sonra
da İspanyol dostlarım son yirmi yıl boyunca bizzat tarihin doğasına ilişkin
yayımladığım bazı makale ve incelemeleri çevirip, tek bir kitap haline
getirmeye karar verdiler. Bu Fransızca derleme sonuçta onların bu çalışmasının
bir ürünüdür. Eğer o çalışma olmasaydı kendim bu işi yapmayı düşünür müydüm?
Provaları okumayı bitirdiğim sırada kendime sorduğum soru buydu.
Herkes gibi ben de banda kaydedilmiş kendi sesimi tanıyamıyorum.
Aynı şekilde daha önceki düşüncelerimi okuduğumda, onları hemen tanıyamıyorum.
Her şeyden önce, birbiri peşine okunan bu makaleler bana o günkü koşulları
hatırlatıyorlar. Kendimi, Henri Brunschwig ile birlikte bitmez tükenmez
hapisliğimiz sırasında Lübeck Kampı’nı arşınlarken; Georges Gurvitch’in Vaneau Caddesi’ndeki evinde akşam
yemeği yerken; daha da sık olarak Lucien Febvre’le konuşurken veya daha doğrusu
Jura’daki evi Souget’deki herhangi bir akşam esnasında olduğu gibi, onu
dinlerken yeniden görüyorum; gece geldiğinde, bizi bahçedeki sedir ağaçlarının
altında, onların gölgelerinin altına çoktan gömülmüş olarak bulurdu. Bu kadar
çok yankısı olan, hatırayla beslenen, çevremizde duyulan seslerin doğal olarak
yeniden canlandırdıkları bir düşünce benim düşüncem midir? Hem evet hem
hayır. O zamandan bu yana o kadar çok şey oldu ki, bugün beni o kadar çok yeni
şey kuşatmakta ki! Ben bir polemikçi olmadığım için, kendi yoluna, yalnızca
kendi yoluna dikkat eden biri olduğum için, sonunda kendi kendimle diyalog
kuruyor, polemik yapıyorum –polemik ve diyalog kaçınılması mümkün olmayan çifte
bir gerçekliktir ve tabii ki sorumlusu olmaya devam ettiğim metinlerden doğal
olarak kopuyorum. Bu aynı duygu, dün beni Akdeniz’i yeniden yazmaya yöneltti.
Bu kez yeniden yazmak söz konusu değil. Birkaç çok küçük maddi
düzeltmenin dışında, bu sayfalar yayımlandıkları tarihlerdeki özgün halleriyle
tekrar neşredilmektedir. Bu durumda onlara biraz uzaktan ve bütün olarak bakmam
mantıklıdır. Bu bütünün tutarlı olması hoşuma gidecektir. Bu bütünde bugün beni
hâlâ tarihi –mesleğimiz– diğer insan bilimleriyle –hepsi de çok canlı–
karşılaştırmaya sürükleyen şey; bunların çalışma alanımızda yansıttıklarını ve
tarihçinin bunun karşılığında bir şey isteme, hattâ kanaatimizi dinleme
konusunda oldukça çekingen davranan dostlarımıza neler katabileceğini görmeye
yönelten esas uğraşı her zaman buluyorum.
Tarihin tek olmayan, ama şimdinin ve geçmişin toplumsal yapılarına
ilişkin bütün büyük sorunlarını tek başına ortaya koyan, tarihin şu esaslı yolu
olan uzun süre üzerinde faydalı bir anlaşma
sağlanmalıdır (bunu söyledim ve gene söylüyorum). Bu, tarihi şimdiye bağlayan,
onları çözülmez bir bütün haline getiren yegâne dildir. Bu esas uğraş
konusunda, tarihin yeniden okunmasıyla ufkumuzda yeniden belirginleşen şimdinin
toplumsal zihniyetteki yeri bağlamında, tarihin/tarihçinin içinde yaşadığı topluma
kök salma biçimi hakkındaki düşüncelerimi açıklamaya belki vaktim olacaktır.
Çünkü mesleğimizde beni tutkulu kılan yegâne şey, onun değişimlerin veya
geleneğin, arızi durumların, çekincelerin, retlerin, suç ortaklıklarının veya
terklerin karşısında ve onlarla birlikte gözlerimizin önünde örülmekte olan
hayatlarına ilişkin açıklamalar getirmesidir.
Bu derleme, bu sorunların etrafında dolaşmamaktadır. Yalnızca
sorunların içinde yer aldığı çemberin bir taslağını çizmektedir. Boş kalan
aralıklara, son yıllarda insan bilimlerindeki disiplinler arası
yakınlaşmalara; istatistiğin yerine, bilgisayarların rolüne, toplumsal
psikoloji ve psikanalizle veya bilimsel olmakta çok yavaş kalan siyaset
bilimiyle bir antlaşma yapmanın olanakları konusunda verdiğim derslerden
bölümler eklemek istemedim. Sorun bu kısımların yenilenmesinden çok
bütünselliğe ilişkin anlayışı sürdürmektir.
İnsan bilimleri bütününün bu yeniden yapılanmasında en zor parça,
hâlâ dünün ve yarının tüm zenginlikleriyle karmakarışık ve kitlesel bilim olan
sosyoloji ile aramızda kurulan çetrefil ilişkidir. Georges Gurvitch’in ölümünden beri sosyolojinin
parçalanması bir moda veya kural oldu. Bu parçalanma, onun kendine özgü
araştırma yöntemlerinin dışında kalan bizlere bu alana girmeyi veya nüfuz
etmeyi yasaklamaktadır. Bugün hangi sosyolog, Georges Gurvitch’in bütünsel toplumunu yeniden
tahayyül etmeyi bir ödev olarak üstlenecektir? Oysa eğer mümkünse,
komşularımızın çalışmalarıyla bütünleşebilmemiz için bu araçlara, bu tür
kavramlara ihtiyacımız var. Karşımızda toplumsal bilim uzmanlarının olduğu,
yakınlarda yapılan –ve bir kez daha hayal kırıcı bulduğum– bir tartışmada, I.
Chiva bana ve tarihçilere gülümseyerek, kendi sosyolojimizi imal etmemizi
tavsiye ediyordu; çünkü sosyologlar önümüzde hazır bir sosyoloji sunmuyorlar.
Daha sonra kendi iktisadımızı, kendi psikolojimizi... inşa etmek. Peki, bu
mümkün müdür?
Bunu söyledikten sonra, Emmanuel Le Roy Ladurie’ye geçerken takılmak üzere bir
“istatistik tarih”ten söz ederken geleceğin tarihçisinin “programcı olacağını,
yoksa tarihçi olamayacağını” iddia etmenin herhangi bir gerekçe taşıyacağından
kuşkuluyum. Beni asıl ilgilendiren programcının programıdır; şu an için şu veya
bu şantiyenin mükemmelleştirilmesinden çok, insan bilimlerinin bir araya
toplanmasını hedeflemeleridir (acaba enformatik sayesinde ortak bir dil kurmak
mümkün müdür?). Yarının tarihçisi bu dili imal edecektir –yoksa tarihçi
olmayacaktır.
Paris, 16 Mayıs 1969
Fernand Braudel (1902-1985)
Bir köy öğretmeninin oğludur. 1902’de Luméville-en-Ornois’da (Meuse) doğdu. Sorbonne’un tarih bölümünden 1923’te mezun oldu. Cezayir, Paris ve Brezilya’da dersler verdi. 1937’de Ecole Pratique des Hautes Etudes’ün müdürlüğüne getirildi. Nazilerin 1940’ta Fransa’yı işgali sırasında Fransız ordusunda teğmen olan Braudel, Almanlar tarafından yakalanarak Lübeck’te bir esir kampına gönderilmiş ve savaş bitimine kadar orada kalmıştır. Tarihçiler arasında büyük bir devrim yaratan La Méditerranée et le monde méditerranéen à l’époque de Philippe II (II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası) adlı ünlü doktora çalışmasını esir kampında kaleme almıştır. Bu eseriyle Annales Okulu’nun; tarihi, küçük insanların tarihine dönüştürme çabasına ek olarak Braudel, coğrafi yapıları, iklimi, gündelik hayatta kullanılan her türlü araç gereci tarihin öznesi haline getirmiş, zaman ve mekân algısını köklü biçimde değiştirmiştir. Braudel, 1946 yılında Marc Bloch ve Lucien Febvre’in kurduğu Annales dergisinin yayın kuruluna ve 1949 yılında ise Collège de France’a seçildi. 1962’de Maison Sciences de l’Homme’un yöneticisi oldu. Diğer üç ciltlik ünlü eseri Civilisation Matérielle et Capitalisme (Maddi Uygarlık ve Kapitalizm) 1979’da yayımlandı. L’Identité de la France (Fransa’nın Kimliği) adlı kitabını tamamlayamadan 1985’te yaşamını yitirdi.