• Avustralya Dinleri

Avustralya Dinleri

  • 190,00 TL
  • 133,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

Antropologlar, sosyologlar, psikologlar ve dinler tarihçileri, yetmiş beş yıldan uzun bir süre boyunca Avustralyalılara tutkulu bir ilgi duymuştur. Bunun nedenleri açıktır: Avustralyalılar avcı toplayıcıdırlar, kültürel olarak yalnızca Güney Amerikalı Fuegianlarla, Kalahari çölünün yerli halkı Bushmenlerle ve Kuzey Kutbu’nun bazı Eskimo kabileleriyle kıyaslanabilirler. Dolayısıyla, günümüzde Neolitik-öncesi tipte bir kültür içinde yaşamaya devam ettikleri söylenebilir. Üstelik kıtanın yalıtılmışlığı, hem son derece arkaik hem de bütünsel olan Avustralya uygarlığına duyulan bilimsel ilgiyi yoğunlaştırmıştır.

Birey adım adım mitsel geçmişin muhteşemliğinin bilincine varır. Törenler aracılığıyla Düş Zamanını nasıl yeniden canlandıracağını öğrenir. Sonunda kabilesinin kutsal tarihine tamamen gömülür; diğer bir deyişle, kökenini, başlangıcı öğrenir ve kayalar, bitkiler ve hayvanlardan tutun da görenekler, simgeler ve kurallara kadar her şeyin anlamını kavrar. Mitlerde ve ritüellerde muhafaza edilen açıklamayı özümsedikçe, dünya, yaşam ve insan varoluşu anlam kazanır ve kutsal hale gelir –çünkü Doğaüstü Varlıklar tarafından yaratılmış veya kusursuz hale getirilmişlerdir. Bir insan, yaşamının belli bir anında doğmadan önce bir ruh olduğunu ve öldükten sonra da bu doğum-öncesi tinsellik koşulu ile yeniden bütünleşeceğini öğrenir. İnsan döngüsünün daha büyük, kozmik bir döngünün parçası olduğunu öğrenir; Yaratılış, Düş Zamanında meydana gelen “tinsel” bir edimdir ve evren (kozmos) her ne kadar artık “gerçek” veya “maddi” bir görünüm kazanmış olsa bile, gene de başlangıçta vuku bulan yaratım edimlerinin yinelenmesiyle periyodik olarak yenilenmelidir.

Mircea Eliade


  • Yazar: Mircea Eliade
  • Kitabın Başlığı: Avustralya Dinleri
  • Orijinal Başlık: Australian Religions: An Introduction
  • Çeviren: Cem Soydemir
  • Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
  • Kapak Tasarımı: Harun Ak
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 219; Antropoloji - Kültürel Çalışmalar / Dinler Tarihi Dizisi - 18
  • Basım Bilgileri: 1. Basım / Ekim 2018
  • Sayfa Sayısı: 216
  • ISBN: 978-605-2133-47-7
  • Kapak Resmi: Günümüz Aborijin sanatından bir örnek, The Australian Museum, Sydney, Avustralya.
  • Boyutları: 14 x 21

I. Bölüm
Doğaüstü Varlıklar ve Yüksek Tanrılar

Güneydoğu Avustralya’nın Gök Tanrıları
Bir Fikir Ayrılığı Öyküsü
“Dinsiz İnsanlardan” İlk Tektanrıcılığa (Urmonotheismus)
Avustralya’nın Yüksek Tanrıları ve Batı’da Zamanın Ruhu
Yüksek Tanrılar ve Efsane Kahramanları
Djamar, Nogämain
İki “Başlangıç” Tipi


II. Bölüm
Efsanevi Kahramanlar ve Mitsel Coğrafya

Arandaların Köken Mitleri
Numbakulla ve Kutsal Direk
Bagadjimbiri Miti
Mitsel Coğrafya
Dünyayı “Yeniden Yaratma” Ritüelleri
Kurtarıcı Simgeler
Unambalların Teogonisi ve Mitolojisi
Unambal ve Ungarinyin Kabileleri
Wondjina ve Gökkuşağı Yılan
Düş Zamanının Yaratımının Yinelenmesi


III. Bölüm
Eriştirme Törenleri ve Gizli Âyinler

Ergenlik Törenleri
Simgesel Ölüm
Eriştirme ve Geçmişi Hatırlama (Anemnezi)
Arnhem Land’in Gizli Kültleri
Djunggawon
Kunapipi ve Ngurlmak
Kadın Ata ve Yılan
Gökkuşağı Yılan
Genç Kızların Eriştirilmesi
Kadınların Gizli Âyinleri
“Biz Kadınlara Ait”


IV. Bölüm
Büyücü Hekimler ve Doğaüstü Modelleri

“Yüksek Mertebeden Adamlar”
Bir Wiradjuri Büyücüsünün Eriştirilmesi
Baiame ve Büyücü Hekimler
Bir Eriştirme Senaryosu
Bir Canavar Tarafından Yutulmaya Dayalı Eriştirme
“Sulardan Geçmek”
Adayı Simgesel Olarak “Öldürmek”
Avustralya’ya Özgü Şaman Eriştirmeleri
Büyücü Hekimler ve Gökkuşağı Yılan
Büyücü Hekimlerin İşlevleri ve İtibarları
“Uzmanlar” ve “Mucitler”


V. Bölüm
Ölüm, Eskatoloji ve Bazı Sonuçlar

Ölüm, Cenaze Törenleri ve Soruşturma
Ruhun Ölümden Sonraki Varoluşu
Kuràngara
Gezgin Kültler ve Binyılcı Akımlar
Bir “Uyarlama Hareketi”
Avustralya Kültürlerinin Tarihsel Yeniden İnşası
Avustralya Dinlerine İlişkin Tarihsel Yorumlar
Antropologlar ve Avustralya Dinleri

Önsöz

 

“Hıristiyanlık Dışındaki Dinleri Anlamaya Dair” başlıklı parlak denemesinin sonunda Ernst Benz niçin “insanlığın dinsel bilincinin daha önceki aşamalarına ilişkin açık ve net bir içgörüye” yer verdiğini açıklar. Benz “insanın günümüze dek bu aşamalardan geçme biçimini ve bu aşamaların bugün nasıl bize kapalı ve bizden gizlenmiş bir biçimde insanlığımızın derinliklerine gömüldüğünü” anlamak ister. Bu bilme arzusu “bu aşamalara dönme arzusuyla aynı şey değildir. Daha ziyade, dinsel bilincin muhtelif biçimlerinin ve aşamalarının gelişimindeki anlamın sürekliliğini bilme arzusudur. Benz “Hıristiyan Olmayan Dinler” ile bazı Doğu ve Uzak Doğu dinlerine gönderme yapar: İslâm, Hinduizm, Budizm, Konfüçyüsçülük, Şintoizm. Batılı bilim insanları bu Asya geleneklerinin hepsini “yüksek dinler” kategorisine yerleştirir. Benz bu geleneklerin simgelerinin, ritüellerinin ve öğretilerinin anlamını kavramaya çalışırken karşılaştığı zorlukları örnek alınması gereken bir netlik ve açıksözlülükle anlatır. Bu tür deneyimlere rağmen, birçok Batılı bilim insanı geçtiğimiz iki kuşak boyunca önemli bir ilerleme kaydedildiğini, L. Massignon, G. Tucci, P. Mus, Ed. Conze, H. Corbin, D. T. Suzuki ve diğerlerinin yapıtları sayesinde en azından İslâm, Hinduizm ve Budizmin temel anlayışlarının bunlara yakınlık duyan entelektüel Batılı okuyucu için anlaşılır hale geldiğini düşünmektedir.

 Ne var ki, “ilkel” dinlere ilişkin anlayışta kesinlikle bu tür bir ilerleme kaydedilmemiştir. Bazı antropologlar ve dinler tarihçileri giderek bu durumun daha fazla farkına varıyor. Bu başarısızlığın ana nedenlerini anlamak için Oxfordlu antropolog E. E. Evans-Pritchard’ın son kitabı Theories of Primitive Religion’ı okumanız yeterli. Evans-Pritchard, E. B. Tylor’dan tutun da Lucien Lévy-Bruhl’e ve Bronislaw Malinowski’ye kadar birçok antropoloğun çalışmasını ele alıp ilkel dinlere ilişkin en popüler teorilerden bazılarını sıralar ve eleştirir. Kısmen de olsa aynı sebebi Robert H. Lowie Primitive Religions (1925; gözden geçirilmiş basım 1947) ve History of Ethnological Theory’de (1937), Wilhelm Schmidt The Origin and Growth of Religion (1931; özgün Almanca baskı 1930’da yayımlanmıştır) ve Ugo Bianchi de Storia della Etnologia’da (1963) ortaya çıkarır. Şu ya da bu dönemde böylesine ünlü olan ve yaygın olarak kabul edilen bu kadar çok sayıda eleştirel yeniden değerlendirmeyi burada özetlememiz mümkün olmadığı gibi, buna gerek de yok. Ama tüm bu hipotezlerin, teorilerin ve “tarihsel” yeniden inşaların, ilkel dinleri anlamamıza yardımcı olmakla birlikte, Batı dünyasının kültürel tarihini anlamamız bakımından çok daha büyük bir önem taşıdıkları artık tamamen açıklık kazanmış görünüyor.

Gerçekten de etnolojik teorilerin tarihi, özellikle de ilkel dinlere ilişkin teorilerin tarihi, “düşünce tarihine” ilişkin bir monografi için ideal bir çalışma konusudur. Artık Batılı bilincin âşina olmadığı egzotik kültürlerle karşılaşmalardan ne denli kazanç sağladığını fark etmeye başladık. Sonunda elde edilen “bilgi” miktarından söz etmiyorum. Yalnızca bu tür kültürel karşılaşmaların yol açtığı yaratıcı sonuçları kastediyorum: Sözgelimi, Picasso ve Afrika sanatının keşfi bunun mükemmel bir örneğidir. İlkel dinlerle karşılaşırken geliştirilen teoriler arasında buna benzer hiçbir “yaratıcı sonuç” saptanamaz. Bununla birlikte, bu teoriler Batı’nın kültür tarihinin bir parçasıdır. Ne denli kusurlu, eksik veya ilgisiz oldukları hiçbir önem taşımaksızın, modern insanın “ilkel” halklara yaklaşırken ve “arkaik” varoluş tarzını anlamaya çalışırken yaşadığı sonsuz huzursuzluğu açığa vururlar.

Bu kadar çok yazarın ilkel dinler konusundaki dinsel cehaleti ile ilgili olarak bir antropoloğun değerlendirmelerini okumak her zaman aydınlatıcı olacaktır. Evans-Pritchard, “sözgelimi Hıristiyanlığın teolojisini, tarihini, tefsirlerini, savunularını, simgesel düşüncesini ve ritüellerini derinlemesine” incelemiş olsalardı, “ilkellerin dinsel fikirlerine ve pratiklerine ilişkin açıklamalarını değerlendirme konusunda daha iyi konumlanmış olacağını” hiç tereddütsüz kabul eder. Bu kesinlikle doğrudur ve ama bu tür beyanlar, dinler tarihçisine yabancıdır. Diğer taraftan, din konusunda bu şekilde bilgi sahibi olmak da ilkel dinlere ilişkin doğru bir anlayışı garantilemez. Ne olursa olsun, Batılı araştırmacı din konusunda ister bilgili isterse cahil olsun, her koşulda “ilkel dünyaya” belli ideolojik önvarsayımlarla yaklaşır. Araştırmacıları hiç değilse geçtiğimiz iki yüzyıl boyunca büyüleyen tam da “ilkellik” olgusu olmuştur. Şu soru örtük bir biçimde de olsa, daha en baştan onların araştırmalarını yönlendirir: Çağdaş “ilkeller”, dinsel olarak ifade edecek olursak, “mutlak başlangıca” çok yakın bir aşamayı mı temsil ederler? Yoksa aksine, ilkeller (ya da büyük bir kısmı) az çok felakete dayalı bir “çöküşü ya da bozulmayı”, yani başlangıçtaki mükemmel durumdan bir düşüşü mü yansıtırlar?

Birbirine karşıt bu iki eğilimi “evrimci” ve “romantik-yozlaşmacı/bozulmacı” yaklaşımlar olarak adlandırabiliriz. Birinci yaklaşım 19. yüzyılın genel pozitivist Zamanın Ruhuna yakındır. Aslında, Auguste Comte ve Herbert Spencer’dan tutun da E. B. Tylor ve Sör James Frazer’a kadar tüm eğitimli dünyayı hâkimiyeti altına almıştır. Hem Aydınlanmanın Soylu Vahşi ideolojisiyle hem de Hıristiyan teolojisiyle bağlantılı olan ikinci yönelim, ilk kez Andrew Lang ve Wilhelm Schmidt ile birlikte bilimsel saygınlık kazanmıştır, ama etnologlar ve dinler tarihçileri arasında hiçbir zaman popüler olmamıştır.

Aralarındaki köklü farklılıklara rağmen bu ideolojilerin iki ortak yönü vardır: 1) Kökene ve dinin başlangıcına olan takıntıları; 2) başlangıcın “basit ve saf” bir şey olduğunu sorgusuz sualsiz doğru varsaymaları. Elbette evrimciler ve romantik-yozlaşmacılar bu ilkel (başlangıçtaki) saflığı birbirlerinden tamamen farklı algılar. Evrimciler için, basit demek, ilkel, yani hayvansal davranışa çok yakın bir şey ile aynı anlama gelir. Romantik-bozulmacılara göreyse ilkel basitlik ya tinsel zenginlik ve kusursuzluk biçimidir (Lang, Schmidt) ya da Soylu Vahşinin uygarlık tarafından bozulmasından veya yozlaşmasından önceki naif basitliğidir (Rousseau, Aydınlanma). Bu ideolojilerin her ikisi de arkaik dinlerin açımlanışını basitten karmaşığa düz çizgisel bir ilerleme olarak ortaya koyar; ama ya yukarıya (evrimciler) ya da aşağıya (romantik-bozulmacılar) doğru zıt yönlere giderler. Bununla birlikte, bu tür yorumlar tarihsel değil, doğalcı veya teolojik bir yaklaşımı işaret eder.

Batılı bilim, ilkel dinlerin “kökeni ve gelişimine” ilişkin birtakım hipotetik yeniden inşalar üzerinde çalışmaya neredeyse bir yüzyılın tamamını harcamıştır. Yapılan tüm bu çalışma eninde sonunda kullanışsız ve demode hale gelmiştir ve bugün yalnızca Batı düşüncesinin tarihi bakımından bir anlam taşır. Geçtiğimiz otuz, kırk yıl boyunca ilkel dinlerin ve kültürlerin “tarihselliği” evrensel olarak kabul edilmiştir. Hiçbir çağdaş etnolog veya dinler tarihçisi ilkellerin ne şimdi ne de geçmişte “doğal bir halk” (Naturvölker) olduğuna, Tarihte yaşamadığına veya Tarih tarafından değiştirilmediğine inanmaz. Diğer tipte kültürlerle karşılaştırıldığında ortaya çıkan ana farklılık, ilkellerin bizim “tarih” adını verdiğimiz şeye yani düz çizgisel, tarihsel zamanda meydana gelen tersine çevrilemez olaylar dizisine pek aldırmamasıdır. Onlar daha ziyade kendi “kutsal tarihleriyle” ilgilenirler, yani kültürlerini ve kurumlarını kuran ve insan varoluşuna bir anlam kazandıran mitsel ve yaratıcı edimleri önemserler.

İlkellerin tarihe yönelik bu belirli tutumu, burada ele alamayacağımız epey karmaşık bir sorun oluşturur. Bizi şu an burada ilgilendiren mesele ise ilkel tarihselliğin keşfi ve kabul edilmesi gerçeğinin bu tür kesin bir değişimden, yani adını vermek gerekirse, doğalcı (veya teolojik) bir yaklaşımdan tarihsel bir yaklaşıma geçişten beklenebilecek sonuçlara sahip olmamasıdır. Gerçekten de farklı ilkel dinlerin hipotetik yeniden inşasına çok fazla zaman ve emek harcanmıştır. Ama tüm bu analiz çabalarının sonuçları ikna edici olsaydı bile (ki bu zaten her zaman söz konusu değildir) durum değişmezdi çünkü ilkel dinlerin tarihselliğinin kabul edilmesiyle ilişkili asıl sorular yanıtlanmamıştır. Temelde bilmek istediğimiz şey, belirli arkaik bir dinde meydana gelen muhtelif tarihsel değişimlerin anlamıdır. Tarihsel bir değişimin (örneğin toplayıcılıktan yerleşiklik aşamasına geçiş, yabancı bir teknolojik buluşun veya kurumun alınması vb.) dinsel bir anlamı olduğunu da biliyoruz, çünkü bu sürecin bir sonucu olarak birtakım simgeler, mitler ve ritüeller ortaya çıkar. Diğer bir deyişle, tarihsel koşulların yol açtığı değişimler pasif bir şekilde kabul edilmez ama yeni dinsel yaratıların ortaya çıkmasına neden olur. Arkaik insanın dinsel yaratıcılığını daima hesaba katmamız gerekir. Bu kadar çok ilkel halkın sadece hayatta kalmayı başarmakla kalmayıp Avrupalılarla dolaysız ve yoğun temasa geçene dek başarılı olması ve gelişmesi de onların tinsel yaratıcılığının açık bir kanıtıdır. Kültürün bu düzeyinde tinsel ile dinsel aynı anlama gelir. Ayrıca dinsel yaratıcılık teknolojik ilerlemeden bağımsızdır. Örneğin, Avustralya yerlileri basit bir teknolojiye sahip olmalarına rağmen büyüleyici, muhteşem bir dinsel sistem geliştirmiştir.

Kısacası, ilkellerin tarihselliğinin keşfedilmesi ve kabul edilmesi ne yazık ki arkaik dinlere ilişkin yeterli bir hermenötik (yorumbilgisi) üretebilmiş değildir. Bir kabileyi “doğal bir halk” olarak değil ama tarihsel bir süreklilik olarak ele almak büyük bir ilerlemeye damga vurur; bununla birlikte, bu yeterli değildir. İlkellerin “kutsal tarihi” insan aklının bir yapıtı olarak kabul edilmelidir ve psikolojik, sosyolojik veya ekonomik koşulların bir “yansımasına” indirgemek için onu mitolojik unsurlarından arındırmamamız gerekir. Belli “gerçeklik” tiplerini genel bir kavrayış yöntemi olarak indirgemecilik Batılı insanın sorunlarını çözebilir belki ama hermenötik bir araç olarak elverişsizdir. Özellikle de arkaik kültürler söz konusu olduğunda böyledir. Çünkü ilkel insanın yaratıcılığı mükemmel bir dinsel yaratıcılık örneğidir. Etik, kurumsal ve sanatsal yaratılar, dinsel deneyime ve düşünceye dayanır veya onlardan ilham alır. Ancak tüm külliyatı (yani yaratılarının tümünü) –aynen Eski Ahit’i, Yunan tragedyalarını veya Dante, Shakespeare ve Goethe’nin yapıtlarını ciddiye aldığımız şekilde– ciddiye alırsak, ilkeller evrensel tarihin açınlanışındaki doğru yerlerini alacaklar; ancak o zaman, onları geçmişte ve şimdi diğer bütün yaratıcı halklarla kesintisiz bir süreklilik arz eden doğru yerlerine konumlandırabileceğiz. İlkellerin ne “vahşi” ne de “mantık-öncesi” insanlar olmadığını, aynen Batılılar kadar tutarlı düşünebildiklerini ve toplumsal yapılarının ve ekonomik sistemlerinin, teorik olgunluklarını ve ampirik zekâlarını fazlasıyla kanıtladığını bir kez daha vurgulamak yeterli değildir. Bunlar kesinlikle doğru, ama anlayışımızı daha ileri bir noktaya taşımıyor. Kesinlikle ilkellerin “normal” insanlar olduğunun göstergesi, ama yaratıcı olduklarını göstermiyor. Bu tipte bir yaratıcılığın özel boyutlarını ancak arkaik dinsel ifadelerin ve dışavurumların tamamına ilişkin yetkin bir hermenötik çalışma ile kavrayabilir ve yorumlayabiliriz.

Gelecekte bir zaman, yeni Afrika ve Okyanusya devletlerinin politika ve kültür temsilcilerinin, yani “ilkel” olarak adlandırdığımız insanların torunlarının antropolojik araştırmalara ve diğer türde saha çalışmalarına güçlü bir biçimde karşı çıkması beklenebilir. Haklı olarak kendi halklarının çok uzun bir süre boyunca bu tür araştırmaların “nesnesi” olduğuna ve bunun da epey hayal kırıklığı yaratıcı sonuçları olduğuna dikkat çekecekler. Gerçekten de, gayet iyi bilindiği gibi,Batılı bilimin ana ilgisi, maddi kültürlerin incelenmesi ve aile yapısının, toplumsal örgütlenmenin, kabile yasasının vb. analizi olagelmiştir. Bunların Batılı bilim insanı için önemli, hattâ bir an önce ele alınması gereken acil sorunlar olduğu söylenebilir, ama belirli bir kültürün anlamını, kendi üyeleri tarafından anlaşıldığı ve varsayıldığı şekilde anlamak bakımından ikincil önemdedir (Marcel Griaule, Evans-Pritchard, Victor Turner, Ad. E. Jenson veya R. G. Lienhardt ve diğer birkaç kültürel antropoloğun kapsamlı, duygudaş ve kıvrak olağanüstü çalışmalarını bunun dışında tutmak gerekir.) Örneğin, gelecekte yeni Afrika devletleri, Batılı bilim insanlarından toplumlarının veya teknolojilerinin belirli ve küçük bir boyutunu değil, büyük tinsel yaratılarının –dinsel sistemlerinin, mitolojilerinin ve folklorlarının, plastik sanatlarının, danslarının– incelemesini ve yorumlamasını isteyebilir. Aynı zamanda, aile yapıları, toplumsal örgütlenmeleri veya batıl inançlarıyla değil, bu yapıtlar temelinde değerlendirilmeyi talep edebilirler. Tam da, Fransız kültürünün, köy-kent ekonomisinin karşılaştırılması, doğum oranındaki dalgalanmalar, 19. yüzyılda ruhban sınıfı karşıtlığının doğuşu, ucuz serüven romanlarının ortaya çıkışı veya benzer meseleler yerine Chartres Katedrali veya Racine’in, Pascal’ın eserleri gibi başyapıtlarla ve diğer tüm büyük düşünce yapıtlarıyla ele alınması ve değerlendirilmesi gerektiği gibi, onlar da aynısını talep edebilirler. İlk saydıklarım da Fransız toplumsal tarihinin ve kültür tarihinin bir parçasıdır kesinlikle, ama Fransız dehasının temsilcisi veya örneği değillerdir.

En yakın tarihli yanlış anlamalardan birisi tam da ilkellerin “normalliğinin” kabul edilmesiyle ilişkilidir. İlkellerin vahşi (yabanıl) veya zihinsel olarak düşük seviyede olmadığı, normal ve sağlıklı insanlar oldukları bir kez kabul edilince, bilim insanları ilkellerin Batılı çağdaşlarına ne kadar yakın olduklarını ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Elbette bazı psikologlara göre ilkeller ile 20. yüzyıl Batılıları arasında hiçbir fark yoktur. Fakat herkesçe bilinen bu gerçek, ilkelleri anlamamıza yardımcı olmaz, zira bireyleri ve halkları hâlâ psikolojik olarak normal olup olmamalarıyla değil ama yaratıcılıklarıyla değerlendiriyoruz. Bazı bilim insanları, arkaik düşüncenin, arkaik aklın statik, hareketsiz olmadığını vurgular; bazı ilkellerin önemli teknolojik keşiflerde bulunduğuna dikkat çekerler (örneğin Murdock, tarımın Afrikalılar tarafından yeniden keşfedildiğini söyler); bazı bilim insanları da kimi ilkellerin belli bir tarih duygusu olduğunu belirtir (örneğin, sözlü gelenekleri aracılığıyla önemli tarihsel olaylara ilişkin anılar ağızdan ağza aktarılır), hattâ bazı Avustralya kabilelerinin de en yeni matematik teorilerinden bazılarını önceledikleri söylenir vb.

Tüm bunlar doğru olabilir ama amacımız bakımından ilgisizdirler. İlkelleri cilalı taş devrinde, Ortaçağ’da, ilk kapitalist dönemde vb. kendimizden geride görmeye yönelik bilinçdışı bir arzumuz olduğundan bile şüphe edebiliriz. Bu, ilkelleri düz çizgisel bir tarih perspektifine konumlandırma çabası gibi görünüyor, üstelik onları konumlandırmaya çalıştığımız da bizim kendi tarihimiz. Durum böyleyken, arkaik insan ile modern Batılı insan arasındaki temel eşitliği vurgulayan bu denli çok hararetli açıklama olmasına rağmen nihai sonuç ilkeller açısından hiç de iç açıcı değil. Teknolojik buluşları cilalı taş devri düzeyinde önemli olabilir ama onun ötesine geçemez, bilimsel buluş dehalarını, bırakın modern Batı dünyasını, ne eski Yunanlılarınkiyle ne de Çinlilerinkiyle kıyaslayabiliriz. Aynı şekilde, belli bir “tarih duygusuna” sahip olmaları da ilkeller ile Yahudiler arasında yakın bir benzerlik kurmaya yeterli değildir. Tüm bunlar şu anlama gelir: İlkeller Batı’nın yükselişinde önemli roller oynayan bazı keşiflerde bulunabilmiştir ama şu ya da bu sebepten ötürü çok azı bu çizgide önemli bir ilerleme kaydedebilmiştir. Temelde bu, ilkellerin bizden geride olduğu ve yakın gelecekte Batılı statüsünü kazanırlarsa bunu sırf onlara yardım edildiği için yapabilecekleri anlamına gelir.

Bu tür bir yaklaşımın tarihsel olarak doğru olduğunu sanmıyorum. İlkellerin bilim ve teknolojinin gelişimine yaptığı katkı ne olursa olsun onların asıl dehası bu düzlemde ifade edilemez. Şayet tarihselliklerini, yani tarihsel değişimlere ve krizlere verdikleri olumlu karşılıkları ciddiye alırsak, yaratıcılıklarını neredeyse yalnızca dinsel düzlemde dışavurduklarını kabul etmemiz gerekir. İnsanın bütün manevi (tinsel) yapıtlarını modern Batılı bir değerler ölçeğinde değerlendirmemeliyiz. Batı kültürünün tarihinde bile bunu açıkça görebiliriz. Avrupa halk edebiyatının başyapıtları, Homeros, Dante veya Racine’den bağımsızdır ve onların estetik önvarsayımlarıyla neredeyse hiçbir ilgileri yoktur. Ama bu yüzden edebî açıdan daha önemsiz olduklarını söyleyemeyiz. Tinsel bir yaratıyı kendi gönderme düzleminde değerlendirmemiz gerekir. İlkellerin yaratıcılığı maksimum düzeyine dinsel düzlemde ulaşır. Bu da onların evrensel tarihteki yerlerini garantilemeye yeter de artar bile. Ama bu elbette söz konusu dinsel dışavurumları doğru anlamaya yönelik bir çaba içinde olmamız koşuluyla geçerlidir; diğer bir deyişle, arkaik dinsel dünyalara ilişkin “yaratıcı bir yorumbilgisi” geliştirmemiz gerekir.

Avustralya Dinleri 1964’te Chicago Üniversitesi’nde verdiğim bir derste şekillendi. Eski öğrencilerim Nancy Auer ve Alf Hiltebeitel’e Dinler Tarihi’nde yayımlanan metni düzeltip üslup bakımından zenginleştirmeme yardımcı oldukları için müteşekkirim. Bu önsöz ilk kez E. J. Brill’in 1967’de yayımladığı Glaube und Geschichte’de (İnanç ve Tarih: Ernst Benz’e Armağan), “İlkel Dinleri Anlamaya Dair” başlığıyla yer aldı.

 

MIRCEA ELIADE
Chicago Üniversitesi

 

Mircea Eliade (1907 - 1986)

Romanya’da doğmuş bir dinler tarihçisidir. Ama bundan fazlasıdır da: Felsefeci, kurmaca yazarı ve üniversite hocasıdır. Eliade’nin din üzerine incelemeleri, özellikle de kutsallığın tezahürleri üzerine çalışmalarıyla geçerliğini bugün bi­le koruyan bir paradigma geliştirmiştir. Bükreş Üniversitesinde felsefe eğitimi almıştır. 1928 yılında Kalküta Üniversitesinde Sanskritçe eğitimi almak üzere Hindistan’a gitmiştir. Burada Hint felsefesi üzerine de çalışan Eliade Himalayalar’da altı aylık inzivaya çekilmiştir. Buradaki döneminde Gandhi ile de şah­sen tanışmıştır. Romanya’ya döndükten sonra Yoga: Hint Mistisizminin ­Kökenleri Üzerine Bir Deneme başlıklı teziyle doktorasını tamamlamıştır. Bu tez daha sonra Fransızca olarak yayımlanmıştır. 1945 yılında Paris’te Sorbonne Üniversitesinde İnsan Bilimleri Yüksek Araştırmalar Enstitüsünde çalışmaya başlamıştır. 1956 yılından emekli olduğu 1985 yılına dek Chicago Üniversitesinde dinler tarihi alanında çalışmalarını sürdürmüş ve ders vermiştir. 1986’da Chicago’da hayata gözlerini yummuştur. Eliade’nin din çalışmalarına en büyük katkısı geliştirdiği Sonsuz Dönüş teorisi olmuştur. Eliade’ye göre, yalnızca Kutsal’ın ve bir şeyin ilk ortaya çıkışının bir değeri vardır; bu nedenle, değer taşıyan sadece Kutsal’ın ilk ortaya çıkışıdır. Mitler ise Kutsal’ın ilk ortaya çıkışını tanımlar. Öyleyse mitsel zaman Kutsal’ın zamanıdır.

Eliade’nin dinsel simgeler ve mit alanındaki incelemelerinde sosyal bilim ala­nında 50’yi aşkın kuramsal çalışması vardır. Ayrıca edebiyat alanında da çeşitli eserler vermiştir. Çalışmalarını Rumence, İngilizce ve Fransızca kaleme almıştır. Başlıca eserleri: Le Mythe de l’Éternel Retour (Sonsuz Dönüş Mitosu), Le Sacré et Le Profane (Kutsal ve Dindışı), Images et Symboles (İmgeler ve Simgeler), Traité d’histoire des religions (Dinler Tarine Giriş), Shamanism: Archaic Techniques of Ecstasy (Şamanizm), A History of Religious Ideas (Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi).

Cem Soydemir

1967 Ankara doğumlu. ODTÜ Sosyoloji bölümü mezunu. 1994’ten beri birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Ağırlıklı olarak edebiyat kuramı, sanat tarihi, si­ne­ma, eleştirel teori, sosyoloji, felsefe, siyaset bilimi ve sanat alanlarında kitap ve makale çevirileri yaptı. Kum heykel sergilerinde küratör olarak görev aldı. Çevirdiği eser­lerden bazıları: Craig Brandist, Bahtin ve Çevresi; Claire Colebrook, Gilles Deleuze; Julien Benda, Aydınların İhaneti; George Basalla, Teknolojinin Evrimi; V. N. Voloşinov, Freudculuk; Alexander Nehamas, Nietzsche: Edebiyat Olarak Ha­yat; Mircea Eliade, Okültizm, Büyücülük ve Kültürel Modalar; Scott Fitzgerald, Muhteşem Gatsby; Edgar Allan Poe, Morgue Sokağı (Doğu Batı); Mihail Bahtin, Karnavaldan Romana; Sanat ve Sorumluluk; Keith ­Ansell-Pear­son, Kusursuz Nihilist; R. W. Connel, Toplum­sal Cinsiyet ve İktidar (Ayrıntı); Mihail Bahtin, Dostoyevski Poetikasının Sorunları; György Lu­­kács, Roman ­Kura­mı; Thorsten Botz-Bornstein, Filmler ve Rüyalar; Daniel Frampton, Filmozofi (Metis).

 

İndirimli Setler

Mircea Eliade Kitaplığı

+
+
İmgeler ve Simgeler

İmgeler ve Simgeler

%30
Mircea Eliade

147,00 TL 210,00 TL

+
+
Avustralya Dinleri

Avustralya Dinleri

%30
Mircea Eliade

133,00 TL 190,00 TL

+
Demirciler ve Simyacılar

Demirciler ve Simyacılar

%30
Mircea Eliade

147,00 TL 210,00 TL

+
Mefisto ve Erdişi

Mefisto ve Erdişi

%30
Mircea Eliade

147,00 TL 210,00 TL

+
+

İndirimli Fiyat: 1.178,10 TL 1.309,00 TL

Kazanç: 130,90 TL

Mevcut Seçenekler: