Babil Simyası ve Kozmolojisi
- 170,00 TL
-
119,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Zihniyetler tarihine başlangıç niteliğinde olan bu çalışmada Eliade’nin odak noktası kadim Mezopotamya kültürüdür. Kadim ve kutsal yerler aynı zamanda doğumun, yaşam ve ölümün anlamlandırıldığı ilk merkezlerdir. Babil şehri Akkadcada “tanrının kapısı”dır ve doğaüstüyle kurulan bir perspektifi içerir. İnsanlığın kozmosa bakışını ve zihinsel gelişiminin arketipini yansıtan en iyi örneklerden biridir.
Eliade dinsel evrenin bir yorumbilgisini sunar. O, modern doğa bilimcilerinin ve dinler tarihçisinin çoğu zaman ihmal ettiği meselelerde daha duyarlıdır. Yepyeni bir yöntem ve kültür felsefesiyle, her türlü simge ve mitten yararlanarak insanın kozmosla kurduğu ilişkideki doğal ve saf gerçekliği yakalar. Sahici ve otantik bir ilişki biçimi ortaya çıkar. Doğayı tamamlayan insan içsel dinamiği ve yasaları keşfetmiş, böylelikle kendisini de tamamlamıştır…
İlk uygarlıklarda hayata bakışın, çalışma ve inancın, nesne ve adların bugünden farklı bir karşılığı bulunmaktaydı. Bu kitapta Babillilerin metalürjik törenleri, derin simya bilgileri, hekimlik ve büyü sanatları, madenlerin, taşların ve bitkilerin cinselliğinden söz edilmektedir. Dikkatli okurun gözünden ise Asya kozmolojisi ve Doğu kültürünün zenginliği kaçmayacaktır.
- Yazar: Mircea Eliade
- Kitabın Başlığı: Babil Simyası ve Kozmolojisi
- Orijinal Başlık: Cosmologie et alchimie babyloniennes
- Çeviren: Mehmet Emin Özcan [Fransızca]
- Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
- Kapak Tasarımı: Harun Ak
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 278; Antropoloji - Kültürel Çalışmalar / Dinler Tarihi Dizisi - 21
- Basım Bilgileri: 2. Basım / Eylül 2020 [1. Basım / Aralık 2002 - Kabalcı Yayınevi]
- Sayfa Sayısı: 95
- ISBN: 978-625-7030-31-1
- Boyutları: 13,5 x 21
Önsöz
I. Kozmos ve Büyü
Yöntemler
Benzeşim
Tapınak
Kutsal Kent – Dünyanın
Merkezi
Dünyanın Ekseni – Yaşam
Ağacı
Denklikler
II. Büyü ve Metalürji
Lacivert Taşı
Göktaşları
Metalürjinin Gizleri
III. Yaşayan Kozmos
Yaratılış ve Doğuş
Bitkilerin Cinselliği
Madenlerin ve Taşların
Cinselliği
Madenlerin “Evliliği” ve
Duyarlılığı
Madenlerin “Ölümü” ve
“Dirilişi”
Hekimlik ve Büyü
IV. Babil Simyası
Karşıtlıkların Tarihi
“Fırının Yapılması”
“Embriyonlar”
“Doğumla ilgili Kurbanlar
ve Metalürjiyle ilgili Kurbanlar”
Petra Genitrix
Simya ve Mistisizm
Kaynakça
Dizin
Önsöz
Bu kitap, başka bir ülkede, hattâ burada, Romanya’da farklı bir
dönemde basılmış olsaydı bu kadar ön açıklamayı gerektirmezdi. Yazılma nedeni
bile sorgulanmazdı. Getirdiği yenilikler yetkin kişilerce kaydedilir,
denetlenir ve tartışılırdı yalnızca. “Uzman” değil, “yetkin” kişiler diyoruz,
yani bu tür sentez girişimlerinde bulunabilecek, ayrıca bunların kanıtlarını,
belgelerini doğrulama zahmetine katlanabilecek kişiler demek bu. Gerçi bu
açıdan bu kitabı doğrudan başka bir dilde yayımlamak çok daha kolay olurdu, ki
fırsat çıktığında yapacağımız ilk iş bu olacak. Ancak bilimsel bir araştırmanın
yayımlanması doğrudan yazarın elinde değil. Bu nedenle bilim tarihi konusundaki
araştırmalarımızın sonuçlarını yabancı dilde sunma fırsatını beklerken –dinler
tarihi ile folklor konularındaki diğer yapıtlarımız için de aynı şeyi
yapmıştık– bunları Rumence basmakla yetiniyor, dış ülkelere de yalnızca
özetlerini gönderebiliyoruz.
Bu önsözü yazmamızın nedeni, ilgili konularda
Rumen “uzmanların” bulunmaması değil. Bir kültürün kimi alanlarında uzmanların
olmaması önemli değildir. Buna karşın asıl endişe verici durum şudur: Eğitim
sisteminin ele aldığı ya da bilgi heveslilerinin karşılaştıkları sorular
dışındaki konular karşısında çaresiz kalır ve kimi kez bunu belli etmek
istemeyiz. Kendi tarihsel yazgısını küçük Slav kültürlerinden farklı biçimde
belirlemeye çalışan Rumen kültürü gibi küçük bir kültür, Asurbilim ya da Hindoloji alanlarında uzman yetiştirme lüksüne
giremeyebilir. Ancak durum böyle diye, Balkan tarihi ile Rumen filolojisi
dışında kalan belgeler ve yöntemler hakkında yazılmış Rumence yazılarla da hiç
ilgilenmeme lüksüne sahip olamaz.
“İlgilenmemek” sözü hafif kalıyor zaten. Kimi
kez daha beter tavırlarla karşılaşıyoruz. Örneğin Doğu bilimleri tarihi konusundaki çalışmalarımız çerçevesinde
bugüne kadar yayımladığımız hemen hemen her şey bir “uzman” işi gibi görüldü;
oysa zihni berrak birinin bu yapıtlarda çok daha farklı bir şey olduğunu anlaması
için yalnızca okuması yeterliydi. Kültür felsefesinde yeni bir yöntem söz
konusuydu bu yapıtlarda. Asya Simyası’nda yapmaya çalıştığımız gibi, Hint ile Çin simyasının
ampirik bilimler ya da ön-kimya değil, mistik, kurtuluşçu teknikler olduğunu göstermek
uzman işi değildir; aksine Doğu kültürleri hakkındaki incelemelerde küçük de
olsa devrim niteliğinde bir yöntemi uygulamak demektir. Kültür felsefesinde son
derece verimli olabilecek bir yöntemdir bu. Yorumlayış biçimimizdeki bu
“devrimci” nitelik nedeniyle, konuyla ilgili bol bol kaynak kullandık;
amacımız, belirttiğimiz kesinlemelerin geçerliliğini sonuna kadar kanıtlamaktı.
Bir kitabı sayfa düzenine bakarak değerlendirmek, az dipnotun “kültür”, çok dipnotun ise “uzmanlık” olduğunu sanmak, yapıtın içeriğini
göz ardı etmek ya da bir yargının değerini, pek alışık olmadığımız
gerçeklikleri ifade ediyor diye yadsımak... Bütün bunları bütün kültürler için
kısır, tehlikeli tavırlar olarak görüyoruz. Okuyucudan ne sizin sözünüze
inanmasını ne de yetkin olmadığı bir alanda sizi sansürlemeye kalkmasını
isteyebilirsiniz. Ancak okur hiç olmazsa sizin sunduğunuz kanıtlar zincirini
dikkate alsın, halkaların nasıl eklemlendiğini izlesin istersiniz. Laponları
konu alan bir kitabın ulaştığı sonuçları değerlendirmek için Kuzey uygarlıkları
“uzmanı” olmaya gerek yoktur; çünkü yazar bu sonuçlara yapıtında sergilediği
bir dizi belgeyle ulaşmıştır, dolayısıyla yazarın yargısının doğru olup
olmadığını anlayabilirsiniz.
Gerçi yazar öne sürdüğü savı destekleyecek
belgeleri koyup aynı sava zarar verecek olanları bir yana bırakabilir,
doğrudur. Ama eğer bu konuda yetkinleşmiş değilseniz genel sorun
hakkında fikrinizi soran olmayacak, yalnızca kitabını okuduğunuz yazarın
sunduğu çözüm hakkında düşünmeniz istenecektir. Eğer “zihni sağlam”
biriyseniz bir yazarın sergilediği yöntemi, tutarlılığı değerlendirmek
kolaydır; hattâ alışık olmadığınız bir konudan söz etse bile...
Bilimlerin kökenleri konusunda
araştırmalarımızın ilk sonuçları özellikle Rumen kültürünün geleceğini tartışan
çevrelerde hem küçümsemeyle karşılandı hem de biraz ortalığı hareketlendirdi. Asya Simyası’na ilişkin yakınmalardan birisi –açıkça
söylemeseler de yarım ağız mırıldananlar oldu– Rumen kültürüyle pek ilgisinin
olmadığıydı. Başka kitaplarımız için de benzer eleştirilerde bulunulmuştu.
Örneğin Yoga, Essai sur l’origine de la mystique indienne’in [Yoga, Hint Mistik Düşüncesinin Kökenleri Üzerine Deneme,
Paris-Bükreş, 1936] yayımlanması sırasında birkaç milliyetçi gazeteci kitabın
Rumen kültürüne pek uymadığını yazmıştı –belli ki okumamışlardı. Eğer bu
yargının herkesçe kabul gördüğünü düşünmüş olsaydık bu satırları yazmazdık.
Bekledik, bu yargının değişmesini zamana bıraktık. Ancak kimi yapıtlarımız
için, özellikle Yoga için fısıldanan fikirler ile anlaşılmaz eleştirilerin,
Rumen kültürünün geleceğini kendilerine soylu bir tutku edinmiş kişilerin bakış
açılarını yansıttığını kesinlikle düşünmüyorum. Böyle bir mantığa hak vermek
mümkün mü? Rumen kültürünün günümüzdeki sorunsalı yerelliktir, yani
etnik ögelerin yabancı kültür biçimlerine direnişidir. Başka bir yerde (B.-P.
Hasdeu’nun yapıtı, Écrits littéraires, moraux et politiques’in [Yazınsal,
Ahlaksal ve Siyasal Yazılar] “Önsöz”ünde) belirttiğimiz gibi tarihte buna
benzer direnişler pek sık görülür, hattâ dışarıdan gelen birörnekleştirici
biçimlere karşı yerel maneviyatın hortladığı da sık görülür. Dahası, bizim genç
çağdaş kültürümüzde Luciana Blaga’nın ifadesi –“yerel köklerin devrimi”– ilkin
1860’a doğru Hasdeu tarafından Les Daces ont-ils péri? [Daçyalılar Yok
mu Oldu?] adlı yapıtında dile getirilmiştir; öte yandan bu soruya kesin
yanıt altmış yıl sonra Vasile Pârvan tarafından verilebilmişti. Oysa Yoga’da ulaştığımız kesin sonuçlardan biri de bu Ariler
öncesi yerel köklerin direnişiydi; ayrıca Hint-Avrupalı işgalcilerin
dayattıkları tinsel biçimlerin aheste aşınmasıydı.
Başka bir deyişle, Hasdeu’nun Daçyalılar Yok
mu Oldu? adlı yapıtında Rumen tarihi ve kültürü konusunda kanıtlamaya
çalıştığı şeyi, biz Hint kültüründe doğruluyorduk. Elbette onun savını genişletmek
gibi bir niyetimiz yoktu; Hint mistisizmi konusunda düşünürken onun varlığından
bile haberdar değildik. Aynı nedenle bu araştırma bize çok önemli görünüyor.
Her koşulda yazarın Romanya’daki güncel tinsel ortama göbekten bağlı olduğunu
kanıtlıyor. Çünkü –belirtmeye gerek var mı?– bir kuramın içsel yapısını ele
veren şey onun sergilenişinde kullanılan örnekler değil yöntemdir, yazarının
düşünsel eğilimidir. Durkheim Avustralya’dan aldığı malzemeyle çağdaş Fransız
tinselliğine ilişkin bir kuram oluşturmuştur. Tek başına Avrupa’yı göz önüne
alırsak şunu unutmamak gerekir: Alman ve İngiliz kültürlerinin aşamalarını
belirleyen olgular, bu kültürlerin Yunan-Latin kültürleri ile Eski Ahit’in Yahudi tinselliğini özümseyiş, değerlendiriş ya da
reddediş tarzlarıdır. Luther’in reformu gibi alabildiğine Cermenlere özgü bir
olgu, tarih içinde tam da Yahudi Ahiti’nin yeni bir yorumu sayesinde, yani
yalnızca Cermen-dışı olmakla kalmayıp bir de Avrupa-dışı olan bir mesaj ve bir
gelenekten hareketle mümkün olabilmiştir.
Asıl endişe verici olan, Yoga’nın “güncel” olduğuna, kitabın günümüz Rumen tinsel yaşamına
eklemlendiğine –bildiğimiz kadarıyla– kimsenin dikkat etmemiş olmasıdır.
Korkumuz odur ki, Rumen kültürünün geleceği, kültürü düzenleyip yaratanlardan
çok konformistlerce değerlendiriliyor. Çok eskilerde kalmış kitaplarımızdan
biri hakkında böylesine uzun bir parantez açtıksa, bu şimdi ele aldığımız konu
için tam bir örnek oluşturduğu içindir. Konformizm ya da konformizm karşıtlığı
uzun süre sözü edilmiş, bildik gerçeklikler karşısında değil, yeni duyarlılık
ve düşünce biçimlerine göre belirlenir. Bir kültürü yükseltebilecek kişi, bir
olgunun anlamına o olgunun dış görünüşlerinin, alışıldık biçimlerinin ötesine
geçerek ulaşan kişidir. Diğerleri, o yoğun konformist kitle, ideolojileri ne
olursa olsun ölü biçimlerin zorbalığını sürdürmekten başka bir şey yapmazlar...
Gerçekten de Rumen kültüründe konformistlerin
yarattığı karmaşa bugün eskisinden de beter bir hal alabilir. Günümüzde
tarihsicilik arkamızda kalmışken, alfabe öncesi duyarlılıklara itibarları iade
edilirken, simgesel düşünceyi olması gerektiği gibi anlamaya başlamışken, Rumen
kültürü bugüne kadar durağan ve karanlıkta kalmış alanlarını öne çıkarabilir.
Bu nedenle de Romanya’da, bizi Avrupa’nın büyük kültürleriyle aynı düzeye
getirecek bilimlere gereken önemin verilmemesinden endişe duyuyoruz. Şanlı bir
Ortaçağ’ı (Batı’daki anlamında), Rönesansı olmamış, yani Avrupa tarihi ile kültürünü “yapanlar”
arasında yer almamış Rumen halkı, herhangi önemli bir Avrupa ülkesininkine denk
bir tarihöncesine ve kadim tarihe sahiptir; ayrıca hiç kuşkusuz diğerlerinin
hepsinden üstün bir folklora sahiptir. Bugün Romanya’da bilim, ulusumuzun
tinselliğini ve gizli tarihini aydınlatmak için bulunmaz bir fırsat
yakalamıştır. Çünkü hep söylediğimiz gibi tarihsicilik her yerde söndü.
Tarihöncesi ile tarih-dışı önem kazandı; kolektif yaşam biçimleri, simgeler,
sözlü gelenekler vb. incelenmeye başlandı. İşte bizim halkımız tam da bu
alanda çok zengindir.
Ancak konformistler bu yeni düşünsel eğilime
duyarsızlar. Birkaç on yıl içinde tarihsel bir monografinin, bir simgeyi
açıklayan bir sayfadan ya da bir folklor olgusuna ilişkin bir yorumdan daha az
rağbet göreceğini anlamıyorlar.
Bu kitabın son bölümünde, Asya Simyası’nda, ele aldığımız simyanın kökeni ve işlevi
sorusunu bir kez daha tartışıyoruz. Öte yandan buradan çok sayıda başka soru
çıkıyor, ki bunların da böylesi küçük bir kitapta doyurucu yanıt bulabilmeleri
olası değil. Bu kitap insanlığın zihinsel gelişimiyle ilgili daha kapsamlı bir
yapıta giriş olarak düşünüldü. Yakında yayımlanacak iki kitap –La Mandragore
[Adamotu] ile La Légende de Maître Manole [Üstad Manole Efsanesi]– bu sorunların aydınlanmasına
katkıda bulunacak; en azından bunu umuyoruz. Aynı sorunları başka bir konudaki
kitabımızda da ele alacağız: Symbole, Mythe, Culture [Simge, Mit,
Kültür]. Bununla birlikte dikkatli okuyucu yöntemimizdeki yeniliği, bir
de bunun insanoğlunun zihinsel gelişimini anlama uğraşında bir devrim
yaratacağını çoktan anlamıştır. Büyük buluşların –metalürji, tarım, takvim, “yasa” vb.– insanoğlunun varoluşunu
önemli ölçüde şekillendirdiği zaten bilinmektedir. Ancak bu dönüşümün içsel
dinamiği ile bunun kozmosa olan açılımları anlaşılamamıştı. Gerçekten de her
yeni büyük buluşla birlikte insanoğlu ampirik bilgilerinin ufkunu genişletip
yaşama olanaklarını yenilemekle kalmamış, yeni bir kozmik düzey keşfetmiş,
başka bir gerçeklik düzeni deneyimlemiştir. Zihinsel sıçrayışı kışkırtan
şey metallerin keşfi değildir: İnsanoğlunun başka bir kozmik düzey bulmasına,
yani o zamana kadar bilinmeyen ya da anlamsız görünen gerçekliklerle ilişkiye
girmesine yardım eden şey bu madenlerin “varlığı” olmuştur. Başka bir deyişle metalürji –tıpkı tarım vb. gibi– insanoğlunun Kozmos hakkında
yarattığı imgeyi değiştirmesine yol açar, bu yüzden de insanoğlunun durumunu
kökten değiştiren zihinsel sentezleri doğurur. Sonraki keşiflerce aşılan ya da
geçersiz kılınan bu zihinsel sentezler, insanlığın psişik ve tinsel evriminin
gerçek etmenleridir. Bu noktanın altını iyice çizmek gerek, çünkü modern bilim
bu keşiflerin hem kozmolojik anlamlarını hem de deneysel değerlerini
son derece ihmal etmiştir. Söz konusu olan var olma kavgasında yeni, sıradan
bir araç (maden, tarım vb.) değildir, daha çok o zamana kadar insanoğlunun ne
düzeylerini ne de ritimlerini bildiği başka bir Kozmosun açığa çıkarılmasıdır.
Bu “açığa çıkarma”*Δ sözcüğünü etimolojik
anlamıyla anlamak gerekiyor, insanın önünde yeni bir kozmik düzen “açılır”, insan buraya somut olarak, deneysel olarak girer. Bunun
yanısıra metallerin “varlığı” sayesinde, örneğin “metalik döngülerle” ya da
maden filizlerinin “büyüdüğü” yer olan “toprak ananın dölyatağı” ile büyülü
biçimde ilişki kurmasını sağlayacak yolu keşfeder. Metalin insanoğlunun
deneyimleri arasına girmesi bile onun yapısını kökten değiştirmiştir, çünkü
Kozmos konusundaki bütün zihinsel sentezlerini değiştirmiştir.
Bildiğimiz kadarıyla şimdiye kadar kimsenin
kullanmadığı şu yeni yöntem konusuna burada birçok kez değindik. Bu yöntem,
önceden sezebileceğimiz çok sayıda sonuç doğuracaktır. Bununla birlikte
yukarıda açıkladığımız her şey, kültürlerin ve bilimlerin kökenlerini
incelerken kullandığımız çalışma gereçleriyle ilgili belirsiz kavramları oluşturmaktadır
yalnızca. Tıpkı yayımlanmış ya da yayımlanacak olan diğer kitaplarda olduğu
gibi, bu kitapta da ruhun o ebedi tutkusunun altını çiziyoruz: Yaratılış
yüzünden parçalanmış Gerçekliği birleştirmek. Her tür simgeyi, her tür miti,
her tür kültürü önceleyen bu karanlık, tinsel eyleme güçlü bir ışık tuttuğumuzu
umuyoruz. Bazı yerlerde, ilk bakışta konumuzla organik bağı yokmuş gibi görünen
kimi kavramlar, kimi simgeler üstünde fazla durmamızın nedeni, okuyucuyu hem
Asya kozmolojilerini hem de Doğu simyasını doğurmuş olan gerçek düşünsel iklime
sokabilmekti.
Burada, araştırmalarımızı her zaman büyük
ilgiyle izleyen ve içerdikleri konformizm karşıtlığından rahatsız olmayan
hocamız sayın Nae lonescu’ya teşekkür etmek istiyoruz. Aynı şekilde
arkadaşlarımız Vladimir ve Constantin Donescu’ya da teşekkür ediyoruz; onların
anlayışı olmasa bu kitap yayımlanamazdı. Okuyucularımıza bir kez daha, kimi
işaretler olmadığından Doğu’ya ait adların çeviriyazılarını yaklaşık olarak
yapabildiğimizi anımsatmak istiyoruz.
Mircea Eliade (1907 - 1986)
Romanya’da doğmuş bir dinler tarihçisidir. Ama bundan fazlasıdır da: Felsefeci, kurmaca yazarı ve üniversite hocasıdır. Eliade’nin din üzerine incelemeleri, özellikle de kutsallığın tezahürleri üzerine çalışmalarıyla geçerliğini bugün bile koruyan bir paradigma geliştirmiştir. Bükreş Üniversitesinde felsefe eğitimi almıştır. 1928 yılında Kalküta Üniversitesinde Sanskritçe eğitimi almak üzere Hindistan’a gitmiştir. Burada Hint felsefesi üzerine de çalışan Eliade Himalayalar’da altı aylık inzivaya çekilmiştir. Buradaki döneminde Gandhi ile de şahsen tanışmıştır. Romanya’ya döndükten sonra Yoga: Hint Mistisizminin Kökenleri Üzerine Bir Deneme başlıklı teziyle doktorasını tamamlamıştır. Bu tez daha sonra Fransızca olarak yayımlanmıştır. 1945 yılında Paris’te Sorbonne Üniversitesinde İnsan Bilimleri Yüksek Araştırmalar Enstitüsünde çalışmaya başlamıştır. 1956 yılından emekli olduğu 1985 yılına dek Chicago Üniversitesinde dinler tarihi alanında çalışmalarını sürdürmüş ve ders vermiştir. 1986’da Chicago’da hayata gözlerini yummuştur. Eliade’nin din çalışmalarına en büyük katkısı geliştirdiği Sonsuz Dönüş teorisi olmuştur. Eliade’ye göre, yalnızca Kutsal’ın ve bir şeyin ilk ortaya çıkışının bir değeri vardır; bu nedenle, değer taşıyan sadece Kutsal’ın ilk ortaya çıkışıdır. Mitler ise Kutsal’ın ilk ortaya çıkışını tanımlar. Öyleyse mitsel zaman Kutsal’ın zamanıdır.
Eliade’nin dinsel simgeler ve mit alanındaki incelemelerinde sosyal bilim alanında 50’yi aşkın kuramsal çalışması vardır. Ayrıca edebiyat alanında da çeşitli eserler vermiştir. Çalışmalarını Rumence, İngilizce ve Fransızca kaleme almıştır. Başlıca eserleri: Le Mythe de l’Éternel Retour (Sonsuz Dönüş Mitosu), Le Sacré et Le Profane (Kutsal ve Dindışı), Images et Symboles (İmgeler ve Simgeler), Traité d’histoire des religions (Dinler Tarine Giriş), Shamanism: Archaic Techniques of Ecstasy (Şamanizm), A History of Religious Ideas (Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi).
M. Emin Özcan
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi. Jean-Paul Sartre-Melih Cevdet Anday tiyatroları hakkında doktora tezi, Fransız ve Türk edebiyatından yazarlara dair araştırma ve yazıları bulunmaktadır. Sosyal bilimler alanında Eliade, Ricoeur, Derrida, Hartog, Bonnefoy, Vernant, De Certeau gibi araştırmacıların, edebiyat alanında Le Clézio, Viel, Echenoz, Hugo Pratt, Balzac, Verne gibi yazarların eserlerini Türkçeye çevirmiştir.