• Mefisto ve Erdişi

Mefisto ve Erdişi

  • 210,00 TL
  • 147,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

“Bütünüyle öteki” olanla karşılaşma, ister idrak edilsin ister edilmesin, dinsel yapıda bir deneyim başlatır. Çağımız ileride muhtemelen, Hıristiyanlığın zaferi ile yok edilen “dağınık dinsel deneyimleri” yeniden keşfeden ilk çağ olarak anılacaktır. Bilinçaltının etkinliklerine karşı duyulan çekim, mitos ve simgelere karşı duyulan ilgi, egzotik, ilkel, arkaik olana karşı duyulan heves, içerdikleri bütün karmaşık duygularla “Ötekilerle” karşılaşmalar vb. bütün bunlar, muhtemelen günün birinde yeni bir tür dinsellik olarak görülecektir.

Şu an için, bütün bu ögelerin, eskinin tekrarı olmayacak yeni bir insanlığın yükselişini hazırlamakta olduğunu seziyoruz. Zira insanı tam olarak tanıyabilmek için, şimdi artık dikkate alınması gereken Şarkiyatçıların, etnologların, derinlik psikologlarının ve din tarihçilerinin araştırmalarıdır. Bu bilginler Asyalılarda olduğu kadar “ilkellerde” de kabul gören onca simgenin, mitosun, ilâhi ve teknik figürün insani açıdan önemini, psikolojik “hakikatini” ve manevi açıdan değerini ortaya koymaktan vazgeçmediler. […]

Er geç “ötekilerle” –geleneksel, Asyalı ve “ilkel” kültürlerin temsilcileriyle– diyalog başlayacaktır, ama bu diyalog günümüzün (toplumsal, ekonomik, siyasal, tıbbî vb. gerçekliklere ulaşamayan) deneyimsel ve faydacı diliyle değil ama insani gerçeklikleri, manevi değerleri anlatabilen kültürel bir dille olacaktır. - Mircea Eliade


  • Yazar: Mircea Eliade
  • Kitabın Başlığı: Mefisto ve Erdişi
  • Orijinal Başlık: Méphistophélès et l’androgyne
  • Çeviren: Hanife Güven [Fransızca]
  • Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
  • Kapak Tasarımı: Harun Ak
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 276; Antropoloji - Kültürel Çalışmalar / Dinler Tarihi Dizisi - 20
  • Basım Bilgileri: 1. Basım / Eylül 2020
  • Sayfa Sayısı: 232
  • ISBN: 978-625-7030-28-1
  • Boyutları: 13,5 x 21

Önsöz

 

I. Gizemli Işık Deneyimleri

Bir Rüya

Qaumanek [Aydınlanma]

“Katılaşmış Işık”

Hindistan: Işık ve Ātman [Kendi]

Yoga ve “Gizemli Işıklar”

Işıklı Tanrı Tezahürleri

Budizm

Işık ve Bardo [Ara durum]

Işık ve Maithuna [Töresel birleşme]

Işık-İnsan Üzerine Tibet Mitosları

Hint Gizemli Işık Deneyimi

Çin Teknikleri

Altın Çiçeğin Gizemi

İran

Eski Ahit ve Musevilik

Vaftiz ve Tecelli

Işık Saçan” Keşişler

Palamas ve Tabor Işığı

Işığın Gizemi

Âni Işık Deneyimleri

Işık ve Zaman

Son Gözlemler

 

II. Mefisto ile Erdişi ya da Bütünün Gizemi

Mefisto “Sempatisi”

Coincidentia Oppositorum’un [Zıtların Kesişmesi] Tarih Öncesi

Tanrı-Şeytan Ortaklığı ve Kozmogonik Suya Dalış

Devalar ve Asuralar [Tanrılar ve Şeytanlar]

Vrtra ve Varuna [Ejderha ve Tanrı]

İki Referans Düzeyi

Bütünleşme Mitos ve Âyinleri

19. Yüzyılda Erdişi

Alman Romantizmi

Erdişi Mitosu

İlâhi Erdişi

Ritüel Erdişileştirme

İlk Bütünlük

Tantra Öğretileri ve Teknikleri

Coincidentia Oppositorum’un Anlamları

 

III . Kozmik VE Uhrevi Yenilenme

Ahiret Çıplaklığı

Amerikalıların Gelişi ve Ölülerin Geri Dönüşü

Pagan-Hıristiyan Bağdaşımı

Dünyanın Yok Olması ve Altın Çağ’ın Kurulması

Ölüleri Bekleme ve Ritüel Eylemsizlik

Californialılarda Yeni Yıl ve Dünyanın Restorasyonu

Karok Ritüeli

Yeni Yıl ve Kozmogoni

Dünyanın Belli Aralıklarla Yenilenmesi

Ludi Romain; Aśvamedha [Roma Oyunları; At Kurbanı]

Hint Kralının Kutsanması

Yeniden Dirilme ve Ahiret Söylemi

 

IV. İpler ve Kuklalar

“İp Mucizesi”

Varsayımlar

Tibet Kozmik İp Mitosları

Bir Negrito Şamanın İpliği

Hindistan: Kozmik İpler ve Hava ile Dokumalar

Dokuma ve Koşullanma

İmgeler, Mitoslar, Spekülasyonlar

İpler ve Kuklalar

Aurea Catena Homeri [Homeros’un Altın Zinciri]

“Işıklı İp”

Sihirli İpler

Durumlar

 

V. Dinsel Simgecilik Üzerine Düşünceler

Simgecilik Modası

Uzmanın İç Baskıları

Yöntem Sorunu

Simgelerin “Açığa Çıkardığı” Şey

Simgelerin “Tarihçesi”

 

Kaynaklarla İlgili Bilgi

 

Dizin

 

 

Önsöz

 

A. N. Whitehead Batı felsefe tarihinin nihayetinde Platon felsefesine düşülmüş bir dizi dipnottan oluştuğunu söyledi. Batı düşüncesinin bundan sonra bu “görkemli soyutlama” içinde sürüp gitmesi kuşkuludur. Bu nedenle Modern Çağ kendinden önceki çağlardan son derece net biçimde ayrılır: Bu çağın en belirleyici özelliği onun “tanıdık olmayanlar”la, “yabancılar”la ve onların tuhaf, meçhul, egzotik ya da arkaik dünyalarıyla karşılaşmasıdır. Derinlik psikolojisinin keşfi kadar Tarihin ufkunda Avrupa dışı etnik grupların yükselişi de, Batı’nın, eskiden kapalı olan bilinç alanının, “tanıdık olmayanlar” tarafından gerçekten âniden işgal edildiğini gösteriyor.

Birçok kez dikkat çektiğimiz gibi, bu keşif ve karşılaşmalardan sonra, Batı dünyası kökten değişim yolundadır. Geçen yüzyılın sonundan bu yana Şarkiyatçıların araştırmaları, Batı’yı yavaş yavaş Asya toplumlarının ve kültürlerinin ayrıksılığına ve efsaneviliğine yaklaştırdı. Modern etnoloji kendi açısından karanlık ve gizemli manevi dünyalar keşfediyordu, Lévy-Bruhl’ün bir an sandığı gibi, mantık öncesi bir zihniyetin ürünü olmasalar da, tuhaf biçimde, Batılıların bildiği kültürel manzaradan pek farklı olmayan evrenlerdi bunlar.

Ama en fazla terrae ignotae’yı (meçhul topraklar) ortaya çıkaran derinlik psikolojisi oldu, en dramatik yüzleşmelere sahne oldu. Bilinçaltının keşfini Rönesans’ın deniz keşifleriyle ve teleskopun icadından sonraki astronomik keşiflerle karşılaştırabiliriz. Zira bu keşiflerin her biri varlığından kuşku bile duyulmayan dünyaları gün yüzüne çıkarıyordu. Her biri dünyanın geleneksel imgesini kırarak o zamana kadar hayal edilemeyen bir Evrenin yapılarını ortaya çıkaran bir tür “seviye kırılması” oluşturuyordu. Ama bu “seviye kırılmaları” sonuçsuz kalmadı. Rönesans’taki astronomik ve coğrafi keşifler sadece Evren imgesini ve uzay kavramını bütünüyle değiştirmekle kalmadı; en az üç yüz yıl için Batı’nın bilimsel, ekonomik ve siyasal üstünlüğünü garantiledi, bir yandan da kaçınılmaz olarak dünyanın birliğine doğru giden yolu açtı.

Freud’un keşifleri de başka bir “açılım”, ama bu kez bilinçaltı tarafından örtülmüş dünyalara doğru bir açılım teşkil eder. Psikanaliz tekniği yeni bir tür descensus ad inferos [cehenneme iniş] başlattı. Jung kolektif bilincin varlığını ortaya çıkarınca, bu ezelî hazinelerin keşfi (mitoslar, simgeler, arkaik insanlığın imgeleri) okyanus ve mağara bilimlerinin tekniklerine benzemeye başladı. Tıpkı denizlerin derinliklerine dalmanın ve mağaraların keşfedilmesinin uzun zamandır yeryüzünden silinmiş küçük organizmaları ortaya çıkarması gibi, bu analizler de, daha önce incelemeye kapalı olan derin ruhsal yaşam biçimlerini aktarıyorlardı. Mağarabilim üçüncü zaman ve hattâ ikinci zaman organizmalarını, fosilleşmemiş ilkel hayvana benzer formları yani hiçbir iz bırakmadan Yeryüzünden kaybolmuş formları biyologların emrine sunuyordu. “Canlı fosiller”in keşfi ile mağarabilim yaşamın arkaik biçimleri konusundaki bilgisini çok ilerletiyordu. Aynı şekilde, ruhsal yaşamın arkaik biçimleri, bilinçaltının karanlıklarına gömülü “canlı fosilleri” de, şimdi artık derinlik psikologları tarafından geliştirilen teknikler sayesinde incelemelere açılıyordu.

Dikkate şayandır ki psikanalizin kültürel meyvelerinin alınması, simge ve mitosların incelenmesine giderek artan ilgi, büyük ölçüde Asya’nın Tarih sahnesine çıkması ve bilhassa “ilkel” halkların siyasi ve manevi uyanışı ile aynı zamanda olmuştur. II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Batılılar için “ötekiler” ile, “tanıdık olmayanlar”la karşılaşmak tarihsel bir alınyazısıydı. Daha da iyisi, birkaç yıldan beri, Batılılar sadece “yabancılar”la karşılaşmanın ne demek olduğunu giderek daha güçlü hissetmekle kalmıyorlarlar, bazen onların kendilerine ettiklerinin de farkına varıyorlar. Bu ille de esir edilecekler ya da baskı altına alınacaklar anlamına gelmiyor, ama Batılı olmayan, “yabancı” bir maneviyatın baskısını hissedecekler demek oluyor. Zira uygarlıkların karşılaşması –ya da çatışması– sonuçta daima maneviyatların, hattâ dinlerın karşılaşmasıdır.

Gerçek bir karşılaşma diyalog gerektirir. Avrupa dışındaki kültürlerin temsilcileriyle geçerli bir diyalog başlatmak için, bu kültürleri bilmek ve anlamak şarttır. Hermenötik [yorumbilim], çağdaş tarihin taleplerine, Batı’nın “ötekiler”in kültürel değerleri ile karşılaşmaya mecbur (mahkûm demek geliyor içimizden) olduğu gerçeğine, Batılı insanın cevabıdır, tek akıllı cevaptır. Ancak, bu kesin durumda, Hermenötik en değerli desteğini Dinler tarihinde bulacaktır. Ne zaman ki Dinler tarihi, olması gerektiği gibi “başlı başına bir bilim dalı” olacak, o zaman, “Bilinçaltı” dünyasının da, tıpkı Batılı olmayanların “yabancı” dünyaları gibi, dinsel değerler ve davranışlar düzleminde en iyi şekilde analiz edilebildiğini anlayacağız.

Henüz net olarak kavranmamış olan şey şudur: Psikologların ve arkaik düşünce kâşiflerinin gerçekleştirdiği keşiflerin yaptığı “açılımlar” Tarih’te Avrupalı olmayan halkların kitleler halinde ortaya çıkmasına benzetilebilir, o halde, burada sadece bilimsel ufkun (Rönesans’taki coğrafi ve astronomik keşiflerde olduğu gibi) büyük çapta genişlemesi değil, ama ve bilhassa “tanıdık olmayanlar”la karşılaşma deneyimi söz konusudur. Oysa, “bütünüyle öteki” olanla karşılaşma, ister idrak edilsin ister edilmesin, dinsel yapıda bir deneyim başlatır. Çağımız ileride muhtemelen, Hıristiyanlığın zaferi ile yok edilen “dağınık dinsel deneyimleri” yeniden keşfeden ilk çağ olarak anılacaktır. Bilinçaltının etkinliklerine karşı duyulan çekim, mitos ve simgelere karşı duyulan ilgi, egzotik, ilkel, arkaik olana karşı duyulan heves, içerdikleri bütün karmaşık duygularla “Ötekilerle” karşılaşmalar, vb. bütün bunlar, muhtemelen günün birinde yeni bir tür dinsellik olarak görülecektir.

Şu an için, bütün bu ögelerin, eskinin tekrarı olmayacak yeni bir insanlığın yükselişini hazırlamakta olduğunu seziyoruz. Zira insanı tam olarak tanıyabilmek için, şimdi artık dikkate alınması gereken Şarkiyatçıların, etnologların, derinlik psikologlarının ve din tarihçilerinin araştırmalarıdır. Bu bilginler Asyalılarda olduğu kadar “ilkellerde” de kabul gören onca simgenin, mitosun, ilâhi ve teknik figürün insani açıdan önemini, psikolojik “hakikatini” ve manevi açıdan değerini ortaya koymaktan vazgeçmediler. O insani belgeler daha önce, 19. yüzyıl doğa bilimcilerinin böcek incelemeye gösterdikleri mesafe ve duyarsızlıkla incelenmişti. Şimdi bu belgelerin örnek insani durumları anlattığını, manevi tarihin ayrılmaz bir parçası olduğunu anlamaya başlıyoruz. Ancak, örnek bir insani durumun anlamını kavramak için uygun yöntem doğa bilimcinin “nesnelliği” değil, yorumcunun, tefsircinin entelektüel sempatisidir. Değiştirilmesi gereken yöntemin kendisiydi. Zira en tuhaf ya da en anormal davranış insani bir olgu olarak ele alınmalıdır; eğer onu hayvansal ya da canavarca bir olgu olarak görürsek anlayamayız.

Bir simgeyi, bir mitosu ve arkaik bir davranışı varoluşsal durumların ifadesi olarak ele almak onların da bir haysiyeti ve felsefi bir anlamı olduğunu kabul etmek demektir. Bu tutum bir 19. yüzyıl bilginine saçma ve gülünç gelirdi. Ona göre “vahşilik” ve “başlangıçtaki aptallık” insanlığın bir embriyo evresini ve bunun sonucu olarak kültürel olmayan bir evresini temsil edebilirdi ancak.

Ama yukarıda da söylediğimiz gibi, insanı daha doğru tanıyabilmek için şimdi önemli olan 19. yüzyılınkinden çok daha farklı bir zihniyetle yürütülen bu araştırmaların sonuçlarını tek tek ele alıp birleştirmektir. Gelecekte bir gün, Batı, Batılı olmayanların kültürel evrenlerini yalnızca öğrenip anlamakla kalmayacak, onları insan zihninin tarihinin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirmek durumunda kalacaktır, onları artık ibretlik bir İnsan Tarihi’nin, çocuksu ya da anlamsız küçük olguları olarak görmeyecektir. Dahası, “ötekilerle” yüzleşmek Batı insanının kendisini daha iyi tanımasına yardım eder. Batı’nın akılcı geleneğine yabancı olan düşünce biçimlerini doğru anlamak, yani öncelikle mitosları ve simgeleri deşifre etmek amacıyla harcanan gayret, bilinç için önemli bir zenginleşme demektir. Kuşkusuz, derinlik psikologları bilinçaltının dinamizmini kavramak için simgelerin yapısını ve mitosların senaryolarını incelemeye yoğunlaştılar. Ama simgelerle yönetilen, mitoslarla beslenen Batı-dışı kültürlerle karşılaşmak başka bir düzlemde olmalıdır: Bu kültürleri artık sanki bir bireyin rüyalarını çözümler gibi, onları ruhun derinliklerindeki bazı değişimleri gösteren işaretlere “indirgemek” için “çözümlemek” söz konusu değildir; artık, Batı-dışı halkların kültürel ürünlerini başlı başına ele almak, onları Homeros’un dünyasını, İsrail oğullarının peygamberlerini, Meister Eckhart’ın gizemci felsefesini anlamak için sarf ettiğimiz aynı entelektüel tutkuyla anlamaya çalışmak söz konusudur. Başka bir deyişle, Okyanusya ve Afrika’daki simgeleri, mitosları ve âyinleri Batı kültürel ürünlerine karşı gösterdiğimiz aynı saygı ve aynı öğrenme arzusuyla ele almalıyız – ne mutlu ki bunu yapmaya başladık. Bu âyinlerin, bu mitosların bazen korkunç ve anlamsız yanları bulunur, bu demektir ki onlar, Batı dünyasının tarihini yapan güçlerden farklı tarihsel güçler tarafından yönlendirilen ve farklı tür toplumlara ait olan insanlara özgü paradigmatik durumları anlatır.

“Ötekileri” iyi anlama konusundaki kararlılık Batılıların bilinci için önemli bir zenginleşme anlamına gelir, diyorduk. Hattâ, nasıl egzotik ve ilkel sanatların keşfedilmesi yarım yüzyıl önce Avrupa sanatına yeni perspektifler sunduysa, bu karşılaşma da felsefi sorunsala bir yenilenme getirebilir. Bize öyle geliyor ki, örneğin simgelerin doğasını ve işlevini derinlemesine incelemek, Avrupa felsefi düşüncesini teşvik edebilir ve ufkunu genişletebilir. Din tarihçilerinin “ilkellerin” ve Doğuluların insan varoluşunun yapısı, dünyeviliğe mahkûm olması ve Ruh dünyasına girmeden önce “ölümü” öğrenmenin gerekliliği üzerine cüretkâr tasarımlarını vurgulamak durumunda kalmış olmaları ilginçtir; burada günümüz Batı felsefesi araştırmalarının ta merkezinde bulunan düşüncelere oldukça yakın düşünceler görüyoruz. Ve Arkaik ve Doğu dinsel ideolojilerinde, “klasik” Batı Felsefesindekilerle benzer tasavvurlar tespit ettiğimizde, karşılaşma aynı derede anlamlıdır, zira bu tasavvurların hareket noktası aynı değildir. Sonuç olarak, eğer Hint düşüncesi ya da bazı “ilkel” mitolojiler, bugünkü insanlık durumunu kuran belirleyici olgunun, başlangıçtaki bir geçmişte meydana geldiğini, yani temel olanın bugünkü insanlık durumundan önce geldiğini söylüyorsa, felsefeci ya da Batılı ilâhiyatçı için, bu tasavvura nasıl ve hangi nedenle gelindiğini öğrenmek oldukça ilginç olabilir.

Eğer bilinçaltının keşfi Batı insanını kendi gizli ve embriyo aşamasındaki “tarihiyle” yüzleşmeye zorladıysa, Batı-dışı kültürlerle karşılaşmak da onu, insan zihninin tarihine çok derinlemesine girmeye ve bu Tarihi kendi varlığının ayrılmaz bir parçası kabul etmeye zorlayacaktır. Aslında, çoktan karşımıza çıkan ve giderek daha dramatik bir keskinlikle gelecek kuşak araştırmacıların karşısına çıkacak olan sorun şudur: İnsanlığın manevi tarihinde hâlâ telafi edilebilecek olan her şeyi hangi yollarla telafi edebiliriz? Bunun iki nedeni var: 1) Batı insanı sonsuza kadar kendi önemli bir kısmından, anlamını ve işlevini anlayamadığı bir manevi tarihin parçalarının oluşturduğu kısmından soyutlanmış olarak yaşayamayacaktır. 2) Er geç “ötekilerle” – geleneksel, Asyalı ve “ilkel” kültürlerin temsilcileriyle– diyalog başlayacaktır, ama bu diyalog artık günümüzün (toplumsal, ekonomik, siyasal, tıbbı vb. gerçekliklere ulaşamayan) deneyimsel ve faydacı diliyle değil ama insani gerçeklikleri ve manevi değerleri anlatabilen kültürel bir dille olacaktır. Böyle bir diyalog kaçınılmazdır; Tarihin kaderine yazılmıştır. Onun şu anda içinde bulunduğu zihinsel düzeyde, sonsuza kadar süreceğine inanmak trajik bir saflık olur.

Bu küçük kitapta toplanan çalışmalar, Avrupalı olmayanların belli sayıda dinsel davranışını ve manevi değerini anlaşılır kılmayı düşünen bir dinler tarihçisinin yöntemini gösteriyor. Araştırmayı aydınlatabilecek bir karşılaştırma ögesi sundukları ölçüde, Batı geleneğinde bulduğumuz tanıdık kültürel olgulara başvurmakta tereddüt etmedik. Benzer yaklaştırmalar sayesinde, gelecek yeni bir hümanizmanın perspektifleri ortaya çıkacaktır.

İlk dört bölüm 1957’den 1960’a kadar Ascona’daki Eranos Vakfı çerçevesinde bildiri olarak sunuldu; üslubunun sözlü dile yakın olmasının açıklaması budur. Çok istesek de kitaplaştırmak için tasnif ederken yeniden ele almayı ya da genişletmeyi denemedik; zira bu küçük sunumların her biri bir kitabın boyutlarına ulaşma riski ile karşı karşıya kalırdı. Yeni yayımlara birkaç gönderme ilave etmekle yetindik.

Sevgili ve bilgin dostumuz Dr. Jean Gouillard bir kez daha bu sayfaların Fransızcada daha iyi sunulması için katkıda bulundu, en samimi minnet duygularımızı kabul etmesi dileğiyle.

 

Mircea Eliade
Chicago Üniversitesi
Kasım 1960

 

 

Mircea Eliade (1907 - 1986)

Romanya’da doğmuş bir dinler tarihçisidir. Ama bundan fazlasıdır da: Felsefeci, kurmaca yazarı ve üniversite hocasıdır. Eliade’nin din üzerine incelemeleri, özellikle de kutsallığın tezahürleri üzerine çalışmalarıyla geçerliğini bugün bi­le koruyan bir paradigma geliştirmiştir. Bükreş Üniversitesinde felsefe eğitimi almıştır. 1928 yılında Kalküta Üniversitesinde Sanskritçe eğitimi almak üzere Hindistan’a gitmiştir. Burada Hint felsefesi üzerine de çalışan Eliade Himalayalar’da altı aylık inzivaya çekilmiştir. Buradaki döneminde Gandhi ile de şah­sen tanışmıştır. Romanya’ya döndükten sonra Yoga: Hint Mistisizminin ­Kökenleri Üzerine Bir Deneme başlıklı teziyle doktorasını tamamlamıştır. Bu tez daha sonra Fransızca olarak yayımlanmıştır. 1945 yılında Paris’te Sorbonne Üniversitesinde İnsan Bilimleri Yüksek Araştırmalar Enstitüsünde çalışmaya başlamıştır. 1956 yılından emekli olduğu 1985 yılına dek Chicago Üniversitesinde dinler tarihi alanında çalışmalarını sürdürmüş ve ders vermiştir. 1986’da Chicago’da hayata gözlerini yummuştur. Eliade’nin din çalışmalarına en büyük katkısı geliştirdiği Sonsuz Dönüş teorisi olmuştur. Eliade’ye göre, yalnızca Kutsal’ın ve bir şeyin ilk ortaya çıkışının bir değeri vardır; bu nedenle, değer taşıyan sadece Kutsal’ın ilk ortaya çıkışıdır. Mitler ise Kutsal’ın ilk ortaya çıkışını tanımlar. Öyleyse mitsel zaman Kutsal’ın zamanıdır.

Eliade’nin dinsel simgeler ve mit alanındaki incelemelerinde sosyal bilim ala­nında 50’yi aşkın kuramsal çalışması vardır. Ayrıca edebiyat alanında da çeşitli eserler vermiştir. Çalışmalarını Rumence, İngilizce ve Fransızca kaleme almıştır. Başlıca eserleri: Le Mythe de l’Éternel Retour (Sonsuz Dönüş Mitosu), Le Sacré et Le Profane (Kutsal ve Dindışı), Images et Symboles (İmgeler ve Simgeler), Traité d’histoire des religions (Dinler Tarine Giriş), Shamanism: Archaic Techniques of Ecstasy (Şamanizm), A History of Religious Ideas (Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi).

Hanife Güven

Hopa’da doğdu. İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi (1974). Bir süre Fransızca öğretmenliği yaptı. Daha sonra İzmir Yüksek Öğretmen Okulu’nda ve Buca Eğitim Fakültesi’nde (1981-2020) öğretim üyesi olarak çalıştı. Yabancı Dil Öğretimi alanında doktora yaptı. Fransızca öğretimi tarihi, öğretmen eğitimi, seyahatnameler ve çeviri alanında araştırmalar ve incelemelerde bulundu. İtalya Lecce (Salento) Üniversitesi ve Belçika’da Brüksel Hür Üniversitesi’nde (ULB) Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi.

İndirimli Setler

Mircea Eliade Kitaplığı

+
+
İmgeler ve Simgeler

İmgeler ve Simgeler

%30
Mircea Eliade

147,00 TL 210,00 TL

+
+
Avustralya Dinleri

Avustralya Dinleri

%30
Mircea Eliade

133,00 TL 190,00 TL

+
Demirciler ve Simyacılar

Demirciler ve Simyacılar

%30
Mircea Eliade

147,00 TL 210,00 TL

+
Mefisto ve Erdişi

Mefisto ve Erdişi

%30
Mircea Eliade

147,00 TL 210,00 TL

+
+

İndirimli Fiyat: 1.178,10 TL 1.309,00 TL

Kazanç: 130,90 TL

Mevcut Seçenekler: