Niçin Foucault'yu unutmalıyız? Baudrillard'a göre Foucault'nun söylevi iş işten geçtikten sonra ortaya çıkan bir mesih, iş işten geçtikten sonra yapılmaya çalışılan bir devrim gibi, iş işten geçtikten sonra verilmiş bir söylev olma özelliğine sahiptir.
Foucault'nun cinsellik, iktidar, baskı, arzu, delilik vb. konularla ilgili olarak bu kadar güzel ve kusursuz bir söylev çekebilmesinin kökeninde bütün bu konuların ve kuramların günümüzde anlamlarını yitirmiş olmalarının yattığını söyleyen Baudrillard, böylelikle Foucault'nun söylevinin gerçekliği kapsayan bir evrene değil, bir simülasyon evrenine ait olduğunu ve bu yüzden onu bilimsel bir çözümlemeden çok bir “vakayiname” (chronique) olarak nitelendirmenin daha doğru bir şey olacağını iddia etmektedir.
Foucault'yu Unutmak'ta Marksizm ile birlikte Psikanaliz, Lacan ve Deleuze de eleştirilerden payını alır. Baudrillard, “yükte hafif pahada ağır” bu kısa metinle ülkesinde akademik kurumlar tarafından aforoz edilmeyi çoktan göze almıştır bile...
- Yazar: Jean Baudrillard
- Kitabın Başlığı: Foucault'yu Unutmak
- Fransızca Özgün Metin: Oublier Foucault
- Çeviren: Oğuz Adanır [Fransızca]
- Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
- Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 92; Sosyoloji Dizisi - 22
- Basım Bilgileri: 2. Basım: Ekim 2017 (1. Basım: Temmuz 2013)
- Sayfa Sayısı: 75
- ISBN: 978-975-8717-98-9
- Boyutları: 14 x 21
- Kapak Resmi: Michel Foucault
ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ
Mike Gane, “Baudrillard Live” başlıklı metnin girişinde “Foucault’yu
Unutmak”la ilgili olarak:
...Baudrillard, Foucault’yu eleştirdiği Oublier Foucault adlı
dillere destan, ünlü makalesiyle kendi ülkesi Fransa’da adından söz ettiriyor
ve bu makalesi yüzünden –aşağı yukarı Derrida’nınkine benzer bir şekilde–
Fransa’nın Akademik dünyasında giderek etkisi artan Collège de France (Michel
Foucault bu kuruma 1970 yılında seçilmiştir) Profesörünün nüfuzu altında
bulunan akademik kurumlardan dışlanıyordu. Aslında bu metin Critique
dergisi için bir kitap tanıtım yazısı olarak kaleme alınmış ve metnin bir
kopyası üzerinde kimi yorumlarda bulunabileceği beklentisiyle Foucault’ya
gönderilmişti. Baudrillard uzun bir gecikmeden sonra makaleyi Galilée yayınevi
aracılığıyla yayımladı. Bu Foucault’nun hoşuna gitmedi, hattâ bir keresinde Foucault’nun:
“Bunca iş arasında Baudrillard denilen kişiye ayıracak fazla zamanım yok”
dediği söylenir (bakınız: D. Eribon, Michel Foucault, Cambridge, Mass.
Harvard University Press, 1991). Hiç kuşkusuz, Oublier Foucault,
Baudrillard’ın kariyerindeki önemli dönüm noktalarından biridir. Makale,
Baudrillard’ın akademik sosyoloji çalışmalarından kesinkes bir şekilde
uzaklaşmaya başlamış olduğu bir dönemde yazılmıştı. Bu süreç ortodoks
sosyologlarla kendisi arasında dikkate değer bir ayrılığa yol açtı. Nitekim
Baudrillard ele geçirdiği ilk fırsatta üniversite öğretim üyeliğinden ayrıldı.
Bundan sonrasını
Baudrillard’dan (1993 yılında İstanbul’a geldiği günlerde) dinlemiştim. Foucault’yu Unutmak
yüzünden (Türkiye ve daha pek çok ülkede olduğu gibi, bulunduğu kadrodan bir
üst kadroya atanmak isteyen, akademik kariyer peşinde koşan insanların, girmek
zorunda oldukları sınavlarla=aşmaları gereken jüriler vardır!) Baudrillard,
birçok kez karşısına çıktığı (bu hep aynı üyelerden oluşan bir jüriymiş!)
jürideki kadın profesörün Foucault yandaşı olması ve görüşlerine yakın diğer
iki öğretim üyesini de kendi yanına çekmesi sonucunda bir türlü üst kadroya
yükselemez. Bu “ilk fırsatın” eline geçebilmesi için yaklaşık on, on iki yıl
beklemek zorunda kalır. Sonunda değişen jüri üyesi kadın profesörün yerine
Baudrillard’ın doktora tez jürisinde yer alan bir profesör atanınca, Baudrillard
üst düzey bir kadroya yükseltilir ve emekliye ayrılması sağlanır. Doğal olarak
bu işin tatlı, yani dedikodu yanıdır. Peki, ne olmuştur da Baudrillard’ın
başına bu işler gelmiştir?
Bu sorunun yanıtını bu metnin tamamını okuduğunuzda almış
olacaksınız. Ama ben okuyucunun müsaadesiyle metinle ilgili bir iki şey
söylemek istiyorum.
Foucault’yu Unutmak yükte hafif pahada “ağır” değil, “çok ağır”
cinsinden bir metin olup, Michel Foucault’yu ‘döven’ ama hakkını yemeyen bir
metindir!
Baudrillard, bu uzun bir makale olabilecek kadar kısa metinde
özellikle Foucault’nun Gözaltında Tutma ve Cezalandırma... ve Cinselliğin
Tarihi ile yazarın daha eski tarihlerde yayımladığı Deliliğin Tarihi
gibi metinlerine de gönderme yaparak: politik iktidar, cinsel iktidar, arzu,
üretim (bu arada Deleuze ve Guattari’nin Anti-Ödip’ini de eleştirmeyi
unutmadan), psikanaliz, devrim, baskı altında tutma vb. alanları kapsayan
çözümlemesini hedef almaktadır.
Baudrillard Foucault’yu Unutmak’da simgesel değiş tokuş (ya
da potlaç) düzenine ait terminoloji ve verilerden yararlanmanın yanısıra,
bizzat Foucault’nun unuttuğu ya da öyle göründüğü, içinde bulunulan tarihsel
konjonktürü de göz önünde bulundurarak ünlü düşünürü eleştirmektedir.
Örneğin en azından başlangıcı konusunda çok somut ve net bilgi ve verilere
sahip olunmadığı söylenen Klasik Çağı bir çözümleme alanı olarak seçmiş
bulunan Foucault’nun bu seçiminin bir anlamda bilinçli bir seçim olduğunu
söyleyen Baudrillard, Foucault’nun böyle bir seçim olanağından yararlanarak
aslında çektiği söylev aracılığıyla –diğerleri arasında– kendine ait bir
iktidar alanı yaratma çabasında olduğunu iddia etmektedir. Öte yandan: delilik,
toplum, baskı, cinsel arzular, bilinçaltı ve iktidar arasındaki ilişkileri
açıklamaya çalışan Foucault’nun gene bilinçli olarak İktidar kavramını
(özellikle de politik iktidar) sorgulamaktan kaçtığını söylemektedir. Bu arada
devrimcilerin asıl istedikleri şeyin devrim yapmak değil iktidarı elde etmek
olduğunu, zaten bu yüzden (1960-70’lerde) iyice yüzeyselleşen Marksist
düşüncenin iktidar kavramını sorgulayarak onu aşmak gibi bir niyete kesinlikle
sahip olmadığını ileri sürmektedir.
Foucault’nun cinsellik, iktidar, baskı, arzu, delilik vb.
konularla ilgili olarak bu kadar güzel ve kusursuz bir söylev çekebilmesinin
kökeninde bütün bu konuların ve kuramların günümüzde anlamlarını yitirmiş
olmalarının yattığını söyleyen Baudrillard, böylelikle Foucault’nun söylevinin
gerçekliği kapsayan bir evrene değil, bir simülasyon evrenine ait olduğunu ve
bu yüzden onu bilimsel bir çözümlemeden çok bir “vakayiname” (chronique) olarak
nitelendirmenin daha doğru bir şey olacağını iddia etmektedir.
İktidar’ın bir nesne-özne (kadın-erkek ilişkilerinde olduğu gibi)
oyunu olduğunu ve bunun kökeninde meydan okuma ve ayartma kavramlarının
bulunduğunu söyleyen Baudrillard, gerçekte iktidarın gerisi hiçlik ve boşluktan
ibarettir demektedir. Çünkü ilkel toplumlarda iktidar diye bir şey yoktur ya da
iktidar öznesi bir kukladan başka bir şey değildir. Başka bir deyişle iktidar
simgesel bir şeydir ve özneye ancak başkaları tarafından vekâleten, geçici
olarak devredilebilir. Bunun bilincinde olmayan bir iktidar öznesi (aydın,
politikacı vb.) en kısa süre içinde alaşağı edilme durumuyla karşı karşıya
kalacaktır. Öznenin vekâleten iktidara gelebilmesi için nesneyi ayartması, ikna
etmesi, ona meydan okuması gerekmektedir. Baudrillard’a göre Foucault işte bu
ayartma ve meydan okuma düzenini reddettiği için, iktidarı cinsellik, arzu,
baskı altında tutma ve bilinçaltı gibi kavramlarla, mikro-fizik, mikro-biyoloji
terminolojisinden de yararlanarak bireyselleştirmeye yani maddileştirmeye ya da
somutlaştırmaya yani iktidar kavramını çarpıtmaya kalkışır.
Özetle Foucault’nun söylevi Baudrillard’a göre iş işten geçtikten
sonra ortaya çıkan bir mesih, iş işten geçtikten sonra yapılmaya çalışılan bir
devrim gibi, iş işten geçtikten sonra verilmiş bir söylev olma özelliğine
sahiptir. İşte bu yüzden Foucault’yu Unutmak’ta yarar vardır!
Oğuz Adanır
İzmir, Ekim 1995/Ocak 2012
Jean Baudrillard
(1929-2007)
Fransız
düşünür ve sosyolog. Medya üzerine yaptığı çalışmalarla bütün dünyada ün kazanmıştır.
Simülasyon kuramıyla günümüz siyasi ve ideolojik akımlarına radikal eleştiriler
yöneltmiştir. Baudrillard’a göre artık gerçek dünya ile imgeleri arasında ayırım
yapma becerisine sahip değiliz. Bugün, reklâmlar ‘şey’lerden çok imgeler satıyor
bize. Chanel, Calvin Klein veya GAP gibi markaların temsil ettiği nitelik veya
değerden çok etiketlerini veya göstergesini satın alıyoruz. Baudrillard’ın en
ünlü açıklaması, Körfez Savaşı’nın “gerçekten yaşanmadığı” ile ilgiliydi.
Ortadoğu’nun ekrandaki temsili düşmanı iblisleştirmek için kullanıldı,
görüntüleme araçlarıyla güdümlü füzeler fırlatıldı ve hedefler vuruldu. CNN
izleyicileri savaşı bir ‘medya olayı’ olarak rahat ve geniş koltuklarında cipsi
yiyerek izledi. Savaşın yeri ve bölgesi herhangi bir sınır içermiyordu. Bu savaş
yayılarak Batı’da televizyon ekranlarına taşınmıştı. Füze bombardımanı ile imge
bombardımanı arasında bir ayırımın yapılamayacağı noktaya dek üstelik…
Baudrillard böyle bir dünyada eleştiri gücünü tamamen yitirmiş olduğumuzu öne
sürer.