Roma siyasi tarihinin en çalkantılı günlerinde etkin bir siyasi figür, hatip olarak öne çıkan Cicero, Latincenin felsefi açıdan zenginleşmesi ve Yunan felsefesinde ele alınan ciddi ve seçkin konuların bu dilde aktarılmasında yaptığı katkılarla –özellikle Yunanca felsefi kavramların Latincedeki karşılıklarını bulmak suretiyle– Batı felsefe tarihinin de en önemli mihenk taşlarından biri olmuştur.
Roma dilinin tüm inceliklerine hâkimiyeti, Yunan felsefesi ve düşüncesi hakkındaki çok yönlü bilgisi ve toplumsal sınıflar arası uyuma büyük önem veren cumhuriyetçi, seçkin bir Romalı olarak eserlerinde takip edilebilen Roma’nın tarihi, siyaseti, hukuk anlayışı, yaşam tarzları, edebiyatı ve dünya görüşleriyle döneminin gerçek bir tanığıdır. Aynı zamanda Cicero’nun eserleri, Yunan ve Roma kültürleri ve düşüncesi arası geçişlilikleri gözlemlemek ve kıyaslamalar yapmak bakımından da önemli birer kaynaktır.
Tusculanae Disputationes, beş kitabın birleşmesinden oluşur. Ölümü
Küçümseme, Cicero’yu derinden sarsan kızı Tulla’nın ölümü üzerine kaleme
aldığı felsefi bir denemedir ve ilk kitaptır. Başta Akademiacılar,
Epikurosçular ve Stoacılar olmak üzere, ölüm karşısında ve ruhun ölümsüzlüğü
gibi konularda çeşitli felsefe okullarının görüşlerini değerlendirdikten sonra
kendi düşüncesini ortaya koyar. Felsefe bir teselli verebilir mi, ölüme küçümseyerek
bakabilmek mümkün mü ya da ölüme hazırlık, insanın ebedî evine geçiş gibi
konularda çocuğunun yasını tutan tarihsel bir kişiliğin soğukkanlı ve derin
düşüncelerinin birer takdimidir bu kitap.
- Yazar: Marcus Tullius Cicero
- Kitabın Başlığı: Tusculum Tartışmaları - I: Ölümü Küçümseme
- Orijinal Başlık: Tusculanae Disputationes
- Çeviren: Çiğdem Menzilcioğlu [Latince]
- Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
- Kapak Tasarımı: Harun Ak
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 158; Felsefe Dizisi - 53
- Basım Bilgileri: 2. Basım: Ocak 2024 (1. Basım: Ekim 2016)
- Sayfa Sayısı: 103
- ISBN: 978-605-9328-55-5
- Kapak Resmi: Marcus Tullius Cicero, Vatikan Müzesi.
- Boyutları: 13,5 x 21
ÖNSÖZ
Mortem ubi contemnas, viceris omnes
metus.
Ölümü küçümsediğinde, bütün
korkularını yenmiş olacaksın.
Publilius
Syrus
İnsanoğlu
bilinmez olanı bilinir kılmak için çağlar boyunca çeşitli düşünce sistemleri
geliştirmiştir. Doğan her canlının bir gün ölecek olması mutlak bir zorunluluk
ve gelecekle ilgili bilinen tek kaçınılmaz gerçeklikken ölümün ne olduğu
bilinmezlerle doludur. İnsanoğlu tüm canlılar içinde ölümlü bir varlık olduğunu
bilmesi sebebiyle en trajik varlıktır ve Cicero’nun aktardığı bir düşünceye
göre “insanlar hayat yolunda bilinçsiz zihinlerle dolaşmaktadırlar” (Cicero, Tusculanae
Disputationes, 1.115). Son en baştan bellidir, bu sona ulaşıncaya
kadar geçen süre her ne kadar belirsizliklerle dolu olsa da. Antikçağ’dan
günümüze kadar felsefe tarihinden filozofların çoğu ‘ölüm’ün ne olduğunu
anlamak için konuyu ruh ve beden bağlamında ele alıp incelemişlerdir. Bedenin
ölümlü olduğu konusunda hiçbir fikir ayrılığı yokken, ruh konusunda durum tam
tersidir. Kimine göre beden öldüğünde ruh da bedenle birlikte ölür, kimine göre
ise ruh bedenden ayrılarak varlığını sürdürmeye devam eder. Zihinleri asıl
kurcalayan soru ölümün ne olduğundan ziyade ölümden sonra ne olduğu ya da
olacağıdır. Bu sorunun cevabı ise hiç kuşkusuz ruhun ne olduğunun
belirlenmesiyle aşılabilir ki bu da oldukça çetrefilli bir konudur. Sokrates’in dediği gibi, ölmenin mi
yaşamanın mı, hangisinin daha iyi olduğunu sadece tanrılar biliyor, hiçbir
insan bilmiyor (Cicero, Tusculanae Disputationes, 1.99).
Evet ölümden sonrasını bilmiyoruz, bu konuyla ilgi sadece çeşitli
kanılarımız, geleneksel inançlarımız var. Ölümün benim için bu hayattaki ‘tek
gerçek ayrılık’ olduğunu 2012 yılı, 8 Şubat Çarşamba günü saat tam 11:05’i
gösterdiğinde anladım. Özel Balat Hastanesi’nin yoğun bakım ünitesinde babamın
cansız bedeni karşısında donakalmıştım. On beş gün boyunca umutla umutsuzluk
arasındaki korkulu bekleyiş yerini büyük bir acıya, derin bir hüzne, sonsuz bir
boşluğa bırakmıştı. Hayat dışarıda tüm hızıyla, elime tutuşturulan belgelerle
doludizgin devam ediyordu. Benim içinse her şey bir uğultudan, bir sis
perdesinden başka bir şey değildi. Olmasından en çok korktuğum şey olmuştu;
babamı kaybetmiştim. Doğduğum andan itibaren her koşulda, hep yanımda olan, hep
beni koruyup kollayan, adı gibi hep benim ‘Hami’m olan babamı ölüm benden
ayırmıştı. İçimde derin bir hüzne yol açan bu ayrılığın ardından Cicero’nun Tusculanae
Disputationes (Tusculum Tartışmaları) başlıklı eserinde ölümü ele aldığı
birinci kitabı çevirmeye koyuldum. Cicero’nun çok sevdiği kızı Tullia’nın
ölümünün ardından teselliyi felsefede araması gibi, ben de onun satırlarında
babamın yokluğuna bir teselli aramaya koyuldum. Cicero’nun kurguladığı sohbet
ortamında ben de onunla birlikte cevap aradım ruhun ölümlü mü, ölümsüz mü
olduğuna. Onun dediği gibi, kimi zaman ölümün yaşamın iyiliklerinden yoksun
kalmak değil de kötülüklerinden kurtulmak olduğunu düşündüm, kimi zaman da
bedenin ruhun zindanı olduğuna ve yaşamın sona ermesiyle bedenden kurtulan
ruhun hür göğe ulaştığına inanmak istedim. Cicero güçlü hatipliğiyle beni
ruhun ölümsüz olduğuna, bedenden kurtulan ruhun sonsuzluğa ulaştığına, ölümün
korkulacak bir şey değil, aksine iyi bir şey olduğuna, bize ödünç olarak
verilen bu yaşamın aslında ruhu her türlü arzudan arındırarak ölüme hazırlamak
olduğuna ikna etti. Şimdi, tüm yaşamı boyunca erdemli bir yaşam süren babamın
sonsuzluğa ulaştığına ve ölümün onu benden ayırmasının dışında kötü bir şey
olmadığına dair çok daha kuvvetli bir inanç var yüreğimde.
Ruhlarımız zaten bir gün buluşmayacak mı?
Çiğdem Menzilcioğlu
31.01.2016 İstanbul
Marcus Tullius Cicero (MÖ 106 - 43)
Marcus Tullius Cicero yaşamı boyunca ut conclave sine libris, ita corpus sine anime (Kitapsız oda, ruhsuz beden gibidir) özdeyişini kendine ilke edinmiştir. Öğrenmek ve öğrendiklerini yazıya dökmek onun yaşam biçimidir. İlk gençlik yıllarında avukat olarak adından söz ettirmiş, ancak bununla yetinmeyip bilgisine bilgi katmak amacıyla Roma’dan ayrılmış, Ege adalarında ve Batı Anadolu’da ünlü hocaların derslerini izlemiştir. Roma’ya döndüğünde bir homo novus olsa da, yeteneği ile birleştirdiği bilgileri onu Roma kamu yaşamının en yüksek görevi olan konsüllüğe kadar ulaştırmıştır. Ardından yaşamında sıkıntılı ve çalkantılı yıllar başlamış, Roma’dan uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Senato’nun ve yurttaşların desteği ile Roma’ya çağrılmış, ama beklentilerinin dışında gelişen siyasi olaylar onu devlet işlerinden yaşamının son yılına kadar uzak tutmuştur. Bu süre içinde Cicero, öğreterek insanlara yararlı olmak düşüncesiyle okuyucusuna felsefeyi sevdirmeyi, onların iyi ve mutlu insan olmalarını sağlamayı amaçlamıştır. Gençlik yıllarında tanımaya başladığı Yunan felsefesini, Romalı okuyucuya Yunanca kavramların yerine kendisinin türettiği Latince terimlerle aktarmış ve Roma felsefesine büyük katkıda bulunarak yaşam ilkesinden hiç ödün vermemiştir.
Çiğdem Menzilcioğlu
İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü, Latin Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında öğretim üyesidir. 1995 yılında ‘Latince Sanat Terimleri Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme: Procopius – De Aedificiis’ başlıklı teziyle yüksek lisansını, 2001 yılında ise ‘Plinius’un Panegyricus’u ve İmparatorluk Propagandası’ başlıklı teziyle doktorasını tamamlamıştır. Seneca’nın Medea ve Phaedra Tragedyalarında Tutkuların Gizemli Çatışması başlıklı kitabı, Latinceden dilimize aktardığı çevirileri, Roma kültürü ve edebiyatı üzerine yazdığı çeşitli makaleleri bulunmaktadır.