Homo Ludens (oyun oynayan insan), geçmişe ve kişinin kendisini tanımasına yönelik son derece renkli ve benzerine az rastlanır bir kültür tarihi okumasıdır. Evet, “dünya bir tiyatro sahnesi”dir ve oyunla başlamıştır her şey! Oyun bir algılama yeteneği aynı zamanda bir estetik kavrayış düzeyidir. Oyun ile güzellik arasında yakın bir bağ vardır. Hareket halindeki insan oynadığı oyunla eylemine güzellik, ifadesine canlılık, ruhuna dirilik katar. Bir ruh hali olarak oyun, bir coşkunun yansımasıdır. Bununla birlikte oyunda, ciddiyet asla elden bırakılmaz. Önceden belirlenmiş kurallara büyük bir dikkatle riayet edilir. Çocuklar ve yetişkinler oyuna tam bir ciddiyet içinde dâhil olurlar. Bir oyunun sonunda kazanmak “üstünlüğünü belli etmektir.” Ve bu yüzden de kazanmak bizatihi oyunun sınırlarını aşar, kişiye itibar ve onur verir.
Huizinga’ya göre hukuk, bilim, şiir, bilgelik ve felsefe sahaları oyunun ruhuna sahip olmakla zenginleşmiş ve anlam kazanmıştır. Oyun, aşkın kalbindedir. Oyun zevkini yitiren heyecanını da yitirmiş sayılır. Şiir oyundan doğmuş, farklı formlar sayesinde varlığını korumuştur. Müzik ve dans saf oyun olarak çıkar karşımıza. Hukuk, toplumsal oyunun kurallarını gözeterek gelişme kaydetmiştir. Silahlı çatışmaların kurala bağlanması, aristokratik hayatın ritüelleri oyunsal biçimler üzerinde temellenmiştir. Festivaller, yarışmalar, bayramlar ve âyinler oyun düşüncesinin hep farklı tezahürleridir.
Huizinga geçmişteki zenginliğe kıyasla oyun oynama yeteneğini giderek yitiren insanın, oyunu, maddi ve mekanik bir etkinliğe indirgeyen günümüz toplumlarının yaratıcılık ve hayal gücünü yitirdiğinden ise hüzünle söz eder.
- Yazar: Johan Huizinga
- Kitabın Başlığı: Homo Ludens: Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme
- Fransızca Metin: Homo Ludens: Essai sur la fonction sociale du jeu
- Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay [Fransızca]
- Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
- Kapak Tasarımı: Harun Ak
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 386; Tarih Dizisi - 55
- Basım Bilgileri: 1. Basım: Haziran 2023
- Sayfa Sayısı: 304
- ISBN: 978-625-8123-42-5
- Boyutları: 13,5 x 21
- Kapak Resmi: Konrad von Altstetten, Codex Manesse, 14. yüzyıl.
Sunuş
Önsöz
İkinci Basıma
Önsöz
I. Kültür Olgusu Olarak Oyunun Doğası ve Anlamı
II. Oyun Kavramının Dilde Kavranılışı ve İfade Edilişi
III. Kültür Yaratıcı İşlev Olarak Oyun ve Müsabaka
IV. Oyun ve Hukuk
V. Oyun ve Savaş
VI. Oyun ve Bilgelik
VII. Oyun ve Şiir
VIII. Mythopoiesis’in Unsurları (Hayal Gücünün İşlevi)
IX. Felsefenin Oyunsal Biçimleri
X. Sanatın Oyunsal Biçimleri
XI. Oyun Açısından Uygarlıklar ve Dönemler
XII. Çağdaş Kültürde Oyunsal Unsur
Dizin
Sunuş
“İnsan”, çoğu doktrin ve düşünür açısından bir canlı türünü
belirlemeyi aşan bir anlam manzumesiyle yüklüdür. Bu yüklemlerin, meşrebe göre
değişmek üzere çok sayıda olması, “insan” kavramını en karmaşık, çözümlemeye en
az yatkın anlamsal kürelerden biri haline getirmektedir; öylesine ki, kavram çoğu
zaman ve çoğu kimsenin gözünde simgesel bir içerik kazanmakta, hattâ ülküsel
bir çerçevenin parçası haline gelmektedir. Ancak kavramın veya simgenin bu
içerik zenginliği, bizatihi nesnesinin de karmaşık olmasını gerektirmemektedir.
Hemen her kavramın başına geldiği gibi, burada da var olan ile
olması istenilen, umulan, beklenen, uğruna kan ve gözyaşı dökülen aynı ifade
bütünü içinde biraraya getirilmiştir. Bu yüzden “insan” çoğu kimse açısından,
bir “ondan beklenenler” programı olarak ortaya çıkmaktadır. “İnsandan
beklenenlerin başında ise, “ciddiyet” gelmektedir. Çünkü,
gene hemen her doktrin “insana şu veya bu misyonu yüklemektedir ve misyon
kavramının tamamlayıcısı ise, hemen her seferinde ciddiyet olmaktadır.
Ciddiyetin zıddı da genel olarak “oyun” kavramının içinde
görülmektedir. Oysa Huizinga, bütün büyük düşünürler gibi bu yerleşik kabullerle
hesaplaşmaya şaşırtarak başladığı eserinde, oyunun insanın temel
özelliklerinden biri olduğunu ortaya koyarken, aynı oyunun kültür yaratıcı işlevini
gözler önüne sermekte ve asıl önemlisi, oyun-ciddiyet zıtlığını gayet ikna
edici bir şekilde reddetmektedir; çünkü oyun da son derece ciddi
olabilir.
Yüzyılımızın en büyük tarihçi ve düşünürlerinden biri olarak
kabul edilen Johan Huizinga, bu eski tarihli ama eskimeyen kitabında karşımıza
bir “oyuncu insan” tablosu çıkarmakta ve bu örnek
tipin hukuktan, savaştan; şiir ve felsefeye varana kadar, kültürel hayatın
halen her yerinde görülen varlık ve kimliğini ortaya koymaktadır.
Bir sunuş yazısında kitabın içeriğini gündeme getirmenin anlamı
ve yararı yoktur, fakat bu çalışmanın derinlemesine çözümlemelerinin, toplumsal
bilim araştırmalarına yaptığı yöntemsel katkıları vurgulamanın kesin zorunluluğu
bulunmaktadır. Huizinga, oyun-kültür karşılıklı ilişkisini dilsel kanıtlardan
itibaren sürdürüp sonunda çağdaş uygarlığa ulaşırken, hemen hemen bütün
toplumsal bilim verilerini kullanmaktadır. Huizinga’nın çalışmasının en önemli
özelliğini bu nokta oluşturmaktadır. Bu kitabın ilk yayımlanma yılı olan
1938’de, her toplumsal bilim kendi küçük vatanını, çekildiği surların arkasından
korumaktaydı. Oysa, üstat büyük bir ileri görüşlülük ve bilimsel sezgiyle (buna
bilgelik de demek mümkün), toplumsal bilimlerin
ancak bütünsellikleri içinde ve tek bir bilim olarak ele alındıklarında
yöntemsel bir tutarlılığa sahip olabileceklerini görmüştür. Bugün, henüz
emekleme aşamasında olsa bile, toplumsal bilimler birleşme ve bütünleşmeye doğru
bir çaba, mesafe ve alan kazanmaktadırlar.
Bu kitap ilk kez 1938’de yayımlanmıştır. İlkin, Aralık 1939’da
Almanca bir çevirisi çıkmıştır; yazar bu çeviriye katkı ve önerilerini getirmiş,
1944 yılında İsviçre’de başka bir Almanca çeviri yayımlanmıştır. Eserini İngilizceye
çeviren bizzat yazardır. Ancak, 1950’de başka bir çevirmen tarafından kitap İngilizceye
bir kez daha aktarılmıştır. Bizim Türkçe çeviriye esas aldığımız metin ise,
Felemenkçeden Fransızcaya aktarılan 1951 tarihli en güvenilir olanıdır. Kitapta
yaklaşık bine yakın kaynak ve dipnot İngilizce çeviride yer almamaktadır. Ayrıca
1939 ve 1944 Almanca çeviriler kendi aralarında tutarlı değildir. Yazarın kendi
yaptığı İngilizce çeviri ile 1950 tarihli olan diğeri arasında da tutarsızlıklar
ve farklar vardır. Öte yandan, bizim esas aldığımız Fransızca metin ile 1950
tarihli İngilizce metin arasında önemli üslup ve anlam farklılıkları
bulunmaktadır. Traduttori trattori; bundan hiç kuşku yok. Bu nedenle,
ben çeviri sırasında İngilizce metni de karşılaştırma unsuru olarak kullandım.
Huizinga kitabını, Batı entelektüel geleneği içinde, çok sayıda
yabancı kelime ve kavram kullanarak kaleme almış ve bunların çoğunu metin
içinde veya dipnotla açıklama ihtiyacını duymamıştır. Ben bunların bazılarını
(*) ile belirtilen dipnotlarla açıklamaya çalıştım, akışın bozulmayacağına
inandığım yerlerde ise, bu açıklamaları parantezlerle metin içinde yaptım.
Ancak gene de çevirmenin öğretmen olmadığına ve yazarın bizzat açıklamadıklarını
açıklamak hakkının bulunmadığına inanıyorum. Fakat ne var ki, giderek kıtlaşan
ve tembelleşen Türk okuru yayıncıyı, yayıncı da çevirmeni bu yönde zorluyor.
Bunun geçici olduğunu umuyor ve çeviri kitapların minik birer sözlük ve
ansiklopedi olmaktan çıkacakları günü özlemle bekliyorum.
Huizinga’nın kitabı okuru daha ilk sayfasından itibaren kıskacına
alacağı için, ben aradan çekiliyorum.
Mehmet Ali Kılıçbay
Mart 1993
Önsöz
Aydınlanma çağının saf iyimserliği içinde hayal edildiği
kadar akıllı olmadığımız sonunda ortaya çıkınca Homo sapiens adının
türümüze eskiden sanıldığı kadar uygun olmadığı açıkça belli oldu ve bu ilk tanıma
bir de Homo faber’in eklenmesinin uygun olacağına inanıldı. Oysa bu
ikinci terim bizi tanımlamaya o kadar da uygun değildi; çünkü faber
birçok hayvanı niteleyebilir. Ve imal etme konusunda doğru olan, oyun oynama konusunda da doğrudur:
Birçok hayvan oyun oynar. Buna karşılık Homo ludens,
yani “oyun oynayan insan” terimi bana, imal etmek kadar
esaslı bir işlevi ifade ediyormuş ve buna bağlı olarak da Homo faber
teriminin yanında yer almayı hak ediyormuş gibi gelmektedir.
Eylemlerimizin içeriği derinlemesine bir çözümlemeye tâbi
tutulacak olursa, insanların bütün yapıp etmelerinin yalnızca oyundan ibaret
olduğu sonucuna da varılabilir. Bu metafizik sonuçla yetinen bir kimse bu kitabı
okumasa iyi eder. Uyanık kuşkuculuğun köhne tutumu, oyunu dünyada meydana gelen
her şeyin temel faktörü olarak açığa çıkartma işine kalkışan bir incelemeden
vazgeçmek için yeterli bir neden olamaz. İnsan uygarlığının, oyun olarak, oyunun içinde
ortaya çıktığı ve geliştiği şeklindeki kanaatim çok eskilerden başlayarak, yavaş
yavaş güçlendi. Daha 1903’te bile yazılarımda bu bakış açısının izlerini bulmak
mümkündür. 1933’te Leiden Üniversitesi rektörü olarak verdiğim açılış
söylevinin teması bu olmuştur. Bu söylevin başlığı Over de grenzen van spel
et ernst in de cultur idi. Daha sonra bu söylevi biri Zürih ve Viyana’da
(1934), diğeri de Londra’daki (1937) iki konferans vesilesiyle iki kez yeniden
elden geçirdim ve Das spielelement der Kultur, The Play element of Culture
adını verdim. Dinleyicilerim beni iki keresinde “in der Kultur-in Culture”
diye düzelttiler ve ben de her seferinde tamlamayı sağlamak üzere “of”u
korudum. Çünkü benim için söz konusu olan, oyunun diğer kültürel olgular arasındaki
yerini incelemek değil de, kültürün hangi ölçülerde oyunsal bir karakter
gösterdiğini araştırmaktı. Eğer böyle ifade etmemde bir yanlışlık yoksa, oyun kavramını kültür kavramıyla
bütünleştirmeye uğraşıyordum; tıpkı daha geliştirilmiş bu incelemede yaptığım
gibi.
Oyun biyolojik bir işlev olarak değil de kültürel bir olgu olarak
düşünülmüş ve kültürün morfolojisine uygulanan bilimsel düşünce araçlarıyla ele
alınmıştır.
Yararlı olmasına rağmen, oyunun psikolojik yorumundan mümkün olduğunca
kaçındığım ve zaman zaman etnolojik olgular zikretmek zorunda kalmakla birlikte
etnolojinin kavram ve açıklamalarını çok sınırlı bir şekilde kullandığım fark
edilecektir. Örneğin okur sihirli terimine yalnızca bir kere
rastlayacak, mana ve diğer benzerlerine ise hiç rastlanmayacaktır. Eğer
ispatlarımı tez biçimi altında ortaya koysaydım, bu tezlerden biri etnoloji ile
ona akraba olan bilimlerin oyun kavramını fazlasıyla
ihmal ettiklerini iddia etmek olurdu. Oyuna ilişkin mevcut terminoloji yetersiz
kalmaktadır. Oyuna tekabül eden ve sadece “oyuna ve oyunlara ait olan”ı ifade
eden bir sıfata hep ihtiyaç duydum.
Fransızcada psikoloji eserlerinde kullanılan ludique
kelimesini, Latincede bu biçim altında yer almıyor olsa da, benimsememe izin
verilsin.
Bu eser yayımlanırken, içerdiği bütün emeğe rağmen, onun çok
kimse tarafından bir doğaçlama veya yeteri kadar belgeye dayandırılmamış bir
inceleme olarak kabul edileceğinden kaygı duyuyorum. Tam anlamıyla bilmediği çeşitli
alanlarda macera aramak yerine bazı kültürel sorunlara eğilmek isteyen herkesi
bekleyen kader budur.
Bilgimdeki bütün boşlukları doldurarak işe başlamayı düşünemezdim;
dolayısıyla her ayrıntıya bir atıfla kefil olmayı da kural haline getirmedim.
Yürekten bağlı olduğum bir konuda ya şimdi yazmak ya da asla yazmamak seçeneği
karşısında, ben birinci çözümü seçtim.
Leiden,
15 Haziran 1938
İkinci Basıma Önsöz
1939’da, Amsterdam’daki Pantheon Akademische Verlaganstalt’ın gayretleriyle bu eserin
Almancası yayımlandı.
Çeviri faaliyetine katkıda bulunurken, metni birçok yerde
tamamlama veya daha açık hale getirme fırsatım oldu ve aynı zamanda yanlışları
düzeltebilmek için bazı dostane uyarılardan da yararlandım.
Leiden, Eylül 1940
Johan Huizinga
(1872-1945)
Hollanda’nın en büyük tarihçilerinden biridir. Groningen ve Leipzig
üniversitelerindeki başarılı bir eğitimin ardından Doğu üzerine yazdığı bir uzmanlık teziyle bilim
doktoru oldu. Haarlem’de tarih, Amsterdam’da da Hint edebiyatı dersleri verdi.
1905-1915 arasında Groningen’de,
ardından 1942’ye değin Leiden
Üniversitesi’nde Tarih profesörü olarak görev yaptı. Ayrıca 1929-1945 yılları arasında Den Haag
Bilimler Akademisi Edebiyat Bölümü’nün yöneticiliğini üstlendi. 1942’de Nazilerce rehin alındı ve ölümüne değin gözaltında tutuldu.
Önceleri Hint
edebiyatı ve Hindistan’daki
kültürler üzerine çalışmalar yaptı. Ama asıl ününü, 14.-15.
yüzyıllarda Fransa ve
Felemenk’teki yaşam biçimlerini ve
düşünce yapısını ele alan Herfsttij
der middeleeuwen [Ortaçağ’ın Günbatımı, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Doğu Batı Yayınları, 2023] adlı eseriyle kazandı. Canlı ve akıcı üslubuyla yapıt, tarih açısından olduğu kadar edebî açıdan da önem taşımaktadır. 1919 yılında Hollanda’da yayımlanan bu temel
kitap, ardından Fransızcaya ve birçok
yabancı dile çevrildi.
Tarihçi Huizinga’nın, Amerika Birleşik Devletleri
üzerine iki kitabını (1918 ve 1926), Erasmus biyografisini (1924) ve çeşitli inceleme
eserlerini de önemli çalışmaları arasında sayabiliriz.
Tarihle ilgili eserleri kılı kırk yaran
kesinlikteki belgeleme çalışmasıyla ve orijinal bakış açısından kaynaklanan
üslupçu özelliğiyle ayırt edilir.
Fakat Huizinga’nın aynı zamanda birinci sınıf bir denemeci olduğu 1938’de yazdığı Homo Ludens
okunduğunda fark
edilecektir. Bunun dışında In de
schaduwen van Morgen (1935) adlı eseriyle de bütün dünyada adından söz ettirdi.
Bu eserde, zamanımızın özelliği olan endişe verici
fenomenleri ustaca analiz etmiş ve değerlendirmiştir.
Huizinga, tüm yapıtlarında
tarihsel olgular arasındaki toplumsal ve tinsel ilişkileri gerçekçi bir tutumla
açıklamaya çalışmıştır. Kültürü, toplumun maddi, ruhsal ve ahlâki alanların
niteliği, doğal durumdan daha yüksek bir varlık durumuna geçişte ortaya çıkan
olgu olarak tanımlamıştır. Güç kavramına karşı tarihsel deneyimden kaynaklanan
bir güvensizlik duyan Huizinga, dengeli ve uyumlu bir hümanizmanın savunucusu
olmuştur.
Ölüm bilinci
kavramı üzerinde de duran Huizinga, bunu bireyciliğe bağlamıştır. Ona göre ölüm
bilinci toplumsal örgütsüzlük dönemlerinde belirir. Çünkü böyle zamanlarda
bireysel seçim, toplumsal değerlere kendiliğinden gösterilen uyumun önüne
geçer. Huizinga bu tür dönemlere örnek olarak şehir devletlerinin çözülmesinden
sonraki klasik toplumu, feodalizmin çöküşünden sonraki erken Rönesans dönemini ve 20. yüzyılı verir.