Varoluş, Ahlâk ve Ölüm
- 150,00 TL
-
105,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Yaşamın trajik unsurunu anımsatan her şey bir varoluş sorunudur. Can sıkıntısı, umutsuzluk, şiddet, kırılganlık ve intihar gibi eski dünyanın “ölümcül” farz ettiği küçük ve büyük günahlar, esasen insanlık tarihinin varoluşsal krizlere içkin olduğunu gösterir. Yaşam, temelde bir uyumsuzluktur. Bu farkı ve uçurumu hesaba katmayan her türlü yaklaşım insana yabancıdır. Modern dönemde bilimsel düşünce daha çok bedeni ve iktidarı korumaya hizmet ederken, varoluşsal eğilim dikkat ve hedefini aşkınsal bir boyuta taşımıştır.
İnsanın dünyadaki serüveni herhangi bir ölçüye sığmamaktadır. Dünyaya gelen ve nihayetinde ölecek olan, merak eden ve ürperen, konuşan ve hisseden, o ölçüde acı çeken ve mutlu olabilen insan türü, mekanik bir işleyişin sınırlarına hapsedildiğinde ruhsal bakımdan iflas etmesi kaçınılmazdır. “Fiyasko” ile neticelenen sayısız yaşam bunun örneğidir. Başka bir yolda giden, varoluşun gizemini açık ve dürüstçe sorgulayanlar ise kendi iç seslerine kulak vermişlerdir: Simone Weil insanın sefaletine işaret etmiştir. Dostoyevski’nin kahramanları düşkünlüklerini ve uyumsuzluklarını sergilediği ölçüde şahsiyet kazanmışlardır. Kierkegaard’ın ironisinde her şeyi standartlaştıran ve birey ahlâkını oluşturamayan kalabalığın tehlikesi vardır. Bu yüzden Nietzsche daima güçsüz insanların kitlelere kabul ettirdiği güç oyunundan söz etmektedir.
Yapıtları ve çevirdiği isimlerle yaşamı ve yolculuğunu özdeş kılan Mukadder Yakupoğlu bu çalışmasıyla düşünce dünyasına farklı bir yerden bakmaktadır.
- Yazar: M. Mukadder Yakupoğlu
- Kitabın Başlığı: Varoluş, Ahlâk ve Ölüm
- Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
- Kapak Tasarımı: Harun Ak
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 295; Felsefe Dizisi - 81
- Basım Bilgileri: 1. Basım: Ocak 2021
- Sayfa Sayısı: 142
- ISBN: 978-625-7030-43-4
- Boyutları: 13,5 x 21
- Kapak Resmi: Camille Claudel, "La Sirène ou La Joueuse de flûte", 1905.
Giriş
Birinci Bölüm
Varoluş Felsefesinin İlkeleri
Varoluş ve Dil
Varoluş ve Depresyon
Varoluş ve Tanrısızlık (Ateizm)
Düşünen Varoluş
Varoluş ve İnsanın Ölümü
Varoluş ve Yapılar
Varoluş ve Bireyleşme
Varoluş ve Erotizm
Uyumsuzluk
Korku ve Umutsuzluk
Varoluş ve Devlet
Varoluşun Anlamı
İkinci Bölüm
Ahlâk ve Şiddet
Giriş
Ahlâkın Bireyselleşmesi Olarak Yüzleşme
Toplumsal Ahlâkın Göstergesi Olarak Politika
Ahlâk ve Maddi Gereksinimler
Ahlâk ve Ölüm
Ahlâkın Anlamı
Erotizmde Şiddet-Ahlâk İlişkisi
Depresyon, Şiddet ve Ahlâk
Umutsuzluk, Şiddet ve Ahlâk
Ahlâk-Şiddet İkilemi Karşısındaki Entelektüel
Delilik-Akıl İkileminde Şiddet ve Ahlâk
Şiddetle Ahlâk Arasına Sıkışan Arzu
Devlet, Kapitalizm ve Şiddet
Terör, Terörist ve Kurban
Mitler ve Şiddet
Savaş
Üçüncü Bölüm
Erotizm, Mistisizm ve Ölüm
Giriş
Şimdi Ne Olacak?
Sessizliğin Ötesinde
Kadınlar ve Erkekler
Mistisizm veya Kişisel Din
Giriş
Temelde varlık vardır ve varoluşlar onun üzerinde hareket ederler.
Varoluş bir eylem olduğu için dengesizliktir.
Sanki varlık her şeyi kaplıyor. Varlık, varoluş
deviniminin üzerinde kaydığı zemindir.
Varoluşlar varlığın içinde otururlar. Varoluş
varlığın dışına çıkamaz.
Ölüm varoluşu değil yaşamı sona erdirir.
Yaşamdaki varoluş ölümden sonraki varoluşu hiçlik olarak algılar.
Dil insanlar arasında elektrik gibi akıp
gitmektedir ama dil aynı zamanda kitaplar, metinler yoluyla sabitleşir. Böylece
varlığın bir parçası haline gelir. Yazılı hale gelen dil, varoluş serüveninden
kopar ve ona aşkınlaşır. Kitaplar, metinler varoluş hızını yavaşlatırlar ve
bunun sonucu olarak varoluş yer edinmeye başlar.
Varoluş bir patlamadır. Bu patlamanın dış
görünüşü erotizmdir. Erotizm tıpkı elektrik gibi kaçıcı, uçucudur. Varoluşla
varlık arasındaki boşlukta erotizm ortaya çıkar.
İnsan adındaki varoluş sadece bir varsayımdır.
Sırf fiziksel benzerlikten yola çıkılarak yapılmış bir sınıflandırmadır. Bu
sınıflandırma devinimi durdurmakta ve sanki bir amaç varmış yanılgısına neden
olmaktadır.
İnsan adı ve kavramı tüm araştırmaların yanlış
bir yöne sapmasına neden olmuştur. Sartre’ın felsefesinin çıkış noktasının
(Nietzsche ve Heidegger) sağlamlığına rağmen daha sonraki çıkmazları insan
kavramının içine hapsolmasından kaynaklanmıştır. İnsan böyledir, şöyledir,
tepkileri şudur şeklindeki genellemeler tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır.
Birbirleriyle yalnızca dilin, erotizmin aracılığıyla bağlantı kuran varoluşları
statikleştirici bu kodlama varoluş-evren ilişkisini yanlış bir platforma
sürüklemiştir. İnsan yoktur, varoluş vardır. İnsan belirli bir sınıflandırmanın
içindeki bir addır, gerçekliği yoktur.
İnsan fikrinden kurtuluş çabası Nietzsche’nin
eserinin özünü oluşturmaktadır. Üstinsan kavramı bu çabanın içindeki ilk
adımdır. İkinci adım ise varoluşun temeli olan güç istencidir. Nietzsche o güne
kadar oluşmuş tüm bilgilerin, değerlerin, inanışların altüst olmasını ister,
çünkü bunların varoluşu kalın bir perdeyle kapladığını bilmektedir.
Varoluş serüveni içinde şu an bulunduğumuz
aşamayı evren ve bulunduğumuz yeri de dünya olarak adlandırmışız. Varoluşun
kendini birdenbire içinde bulduğu ve hiçbir zaman benimseyemediği ve çoğu zaman
garipsediği dünya sadece bir yüzeydir. Dil, duygular, hayaller, düşler bu
yüzeyi delmektedir. Dünya genellikle varoluşumuz için kaçmak, kurtulmak
istediğimiz bir engel olarak kalmaktadır. Hep ötesinde başka yerde olmak.
Varoluşun dünyayla hiç bitmeyen bir uyumsuzluğu vardır. Burası değil, şurası da
değil. Böylece serüven başlar.
Hiçbir yerde olmamak diye özetlenebilecek
varoluş serüveni dünyayla kaçıcı bir ilişki kurar. Ben yokum, başka yerdeyim.
Bu başka yer her zaman bir olabilirliliktir. Gerçekleşemeyecek hayalle varoluş
arasındaki bağlantı kaçışa zemin hazırlar. Kaçış dünyanın maddeselliğini yok
eder. Dünya kaçıp giden, kaybolan görüntülerden ibarettir. Kusura bakma hemen
gitmeliyim. Çabuk, daha çabuk. Düşler, hayaller kaçışla eşzamanda oluşur. Hep
bulunabilecek bir şey vardır. O şey ortaya çıktığında öldürücü can sıkıntısı
varoluşu dünyaya çiviler. Bu çivilemeyi her zaman bir patlama izler.
Varoluş devinimi bu dünyada kendini yaşamla
ortaya koymaktadır ama bazı uç durumlarda varoluş devinimi yaşamın sınırlarını
aşar. Yaşamın sınırlarını belirleyen biyolojik varlığımızın bu uç durumlarda
bizi kapalı bir yere hapsettiği duygusuna kapılırız. Bu kapalı yerden birden
esrimeyle çıkarız. Biyolojik varlığımızın dışında uçmaya başlarız. Bütün
bedenimiz kasılır, gözlerimiz kapanır ve böylece bütün sonsuz evrenleri bir
çırpıda dolaşırız.
Varoluş yaşama nasıl dönüşmüştür? Yaşam kendi
içindeki güçlerle yaşamı yaratabilir miydi? Yaşamı aşan bir gücün varlığını
gösteren en önemli belirti, yaşamın sonluluğudur. Sonlu bir oluşumun mümkün olması,
sonsuz bir devinimin varlığını zorunlu kılmaktadır. Yoksa her şey yokluğa
mahkûm olurdu.
Sonsuzluk ölümsüzlük demek değildir. Ölümün bir
son değil bir yenilenme olması, sonsuz varoluş deviniminin doğrudan bir
sonucudur. Ölüm yaşamın bitmesi anlamına geldiğine göre ölümsüzlük yaşamın
bitmemesi demektir. Yaşamın bir başlangıcı ve bir de sonu vardır, o halde
ölümsüzlük yoktur.
Yaşamın öncesini ve sonrasını içine alan
varoluş devinimidir. Varoluş başlangıçsız ve sonsuzdur. Ölüm varoluşun geçiş
noktalarından biridir. Yaşamdan varoluşa geçiş esrimeye, varoluşun yaşama
geçişi dehşet duygusuna neden olur. Burada dikkati çeken varoluş ile yaşam
arasındaki uyumsuzluktur. Yaşam varoluşu içine alamamakta, bu da yaşam içindeki
en değişmez, belirgin duygu olan korkuya neden olmaktadır. Korku her zaman
yaşama neden olan temel varoluş devinimimizin yaşamın biyolojik yapısının
çerçevesini kırmasının sonucudur. Korkudan sonra varoluş devinimi yavaşlar ve
geri çekilir, böylece biyolojik varlığımız kendini onarır.
Yaşam neden fiyaskodur? Yaşamı gülünç hale
getiren, güçsüz insanların oynadığı güç oyunudur. Nietzsche buna tepkisel güç
adını vermekte ve onu yaratıcı güç devinimi olan güç istencinden ayırmaktadır.
Tepkisel gücün tek işlevi yaratıcı gücü parçalayıp onu da tepkisel güç haline
getirerek güçsüzleştirmektir. Kendi değerini ve anlamını yaratamayan ve
varoluşunu bunların üzerine yerleştiremeyen zayıf, küçük insan kompleksinin
neden olduğu tepkiyle güçsüz gücünü gösterme sevdasına kapılır. Bunu
gerçekleştirmek için kendi gibi küçük olan insanları bir araya getirerek
onların tepkisel güçlerini toplamaya çalışır. Böylece yaşam arenası yüksek
varoluş devinimini parçalamaya çalışan yığınların saçma gösterisine sahne olur.
Varoluş devinimi bu gösteri karşısında yaşam arenasından geri çekilir ve esrime
yoluyla yaşam fiyaskosunu aşar.
Biyolojik varlığımız varoluş devinimini içine
alamadığı zaman, esrimenin içine girerek sonsuz bir hızla yaşamın dışına
çıkarız. Esrime, yaşamın dışına çıktığımızı gösteren bir varoluş durumu olarak,
yaşam öncesi başlangıçsızlığımızı ve yaşam sonrası sonsuzluğumuzu hissetme
biçimimizdir.
Yaşam fiyaskosunu en iyi anlatan Nietzsche
olmuştur. Nietzsche’nin güç istenci ebedi dönüşü gerçekleştirerek yaşam
fiyaskosunu aşar. Yaşamımızı küçük görmemize yol açan olgu, yaşamın kendi
varoluş gücümüzü yansıtacak donanıma sahip olmamasıdır. Örneğin yaşam iki insan
arasındaki yoğun iletişime dayanıklı olmadığından fizyolojik dengenin
bozulmasıyla bu iletişime olumsuz yanıt verir. Biyolojik varlığımız şiddetli bir
devinim olan aşkın gücüne dayanıksızdır.
Yaşam varoluş devinimini içine alamadığı zaman
olumsuz tepkisini depresyonla verir. Zannedilenin aksine depresyonda varoluş
devinimi hızlanmış ve biyolojik yapımızı tehdit eder hale gelmiştir. Biyolojik
yapımız ancak düşük düzeydeki varoluş devinimine dayanıklıdır. Sınır
durumlarda, yaşam kendini ya esrime, ya da intihar yoluyla geri çeker. Aşk ve
erotizmde, biyolojik varlığımız varoluş deviniminin hızı karşısında altüst
olur.
Esrime, varoluş deviniminin yaşamın çerçevesine
sığamamasının belirtisidir. Esrimede biyolojik varlığımızın ötesindeki
devinimimizi duyumsarız. Hiçliğin bir varoluş devinimi olduğunu fark ederiz.
Hiçlik varoluşun değil, yaşamın yokluğudur. Hiçlik, varoluşumuzun yaşamın
ötesindeki devinimidir. Hiçlik, yaşamdışı varoluştur.
Dehşet duygusu, yüksek varoluş deviniminin
biyolojik varlığımızın tepe noktasını aşarak, hiçliğe dalmasının yaşamsal
algılamayı altüst etmesinden kaynaklanır. Bütün sıkıntı ve kaygımız,
varoluşumuzun biyolojik varlığın dar kalıplarına sığamamasından doğmaktadır.
Erotizmin yüksek devinimine dayanamayan bedenin çaresiz, umutsuz
çırpınışlarını, kasılmalarını göz önüne getirin. Kadın ile erkek arasında
bitmek tükenmek bilmeyen tatminsizliğin kaynağı, erkek ile kadının kurdukları
ortak yaşamın ikisi arasındaki yüksek devinim için yetersiz olmasıdır. Hiç
tatmin olmayan temel bir arzu vardır. Kurulan ortak yaşam, arzunun neden olduğu
hayalleri tatmin etmekten o kadar uzaktır ki. Erkek ile kadın arasındaki
arzular biyolojik varlığımızın, daha doğrusu bedenlerimizin tatmin edeceği
küçük istekler karşısında her zaman yaşam dışına çıkarlar. Bu çıkış iki yolla
olur: esrime veya intihar. İntihar yaşamı yadsıyan bir varoluş çığlığıyken,
esrime arzuyu hiçliğin derinliklerinde gezdirirken yaşamı erteleyerek onu
korur.
Hayal veya düş, varoluş devinimimizin yaşam
tarafından emilemeyen bölümüdür. Biyolojik varlığımızdan taşan bitmek tükenmez
arzular, yaşamı ve onun anlamını küçümsememize neden olur. Evet, evet yaşam
fiyaskodur. Bizi avutan her zaman sevgililerimizle yarattığımız hayal
ülkeleridir. İşte bu hayal ülkeleri varoluşun devindiği yerlerdir.
Nietzsche’nin ebedi dönüş kuramı da, yaşamdan
varoluşa, yani bu dünyadan öte dünyaya geçişin anahtarını vermektedir. Bu dünya
ile öte dünya arasında da bir uçurum vardır. Bilim bu uçurumu yok edemez çünkü
bu dünyanın içinde dönüp durur. Ancak ebedi dönüş yoluyla bu dünya ile öte
dünya birbirine bağlanmaktadır. Yoksa her şey yok olur.
Ebedi dönüş, sonsuzluğun kaçınılmaz bir
sonucudur. Ya ebedi dönüş vardır ya da hiçbir şey yoktur. Ebedi dönüş
olmasaydı, bugün ben varolamazdım. Varoluşum ancak ebedi dönüşle anlamını
buluyor. Yoksa yaşamımdaki rastlantılar benim için gereklilik haline
gelemezlerdi.
Ebedi dönüşün bu yaşamdaki itici gücü kadınla
erkek arasındaki farklılaşmadan doğan gerilimdir. Bu gerilimin neden olduğu
çekim hepimizi döndürmektedir.
Yaşamın ayrıcalıklı anlarını diğer anlardan
ayıran nedir? Günler günlerin üzerine amaçsızca yığılırken bir an içimizi
dolduran coşkunun kaynağı nedir? Gösterilen bütün çabalar sonuçsuz kalmasına
rağmen nasıl oluyor da bu çabalar bazı özel anlarda anlam kazanabiliyor? Bu
anlar ebedi dönüşün yeniden ivme kazandığı anlardır. İşte bu anlarda yenilenir
ve ebedi dönüşe büyük bir güç katarız.
Umutsuzdum ve umutsuzluğum beni hareketlendiriyordu.
Bu berbat dünyadan hiçbir şey beklememe rağmen kendim ve sevdiklerim için çaba
gösteriyordum. Çalışmak ve her şeye rağmen çalışmak. İşte varoluşuma anlam
kazandıran şey. Hiçbir şeyi olduğu yerde bırakamam. İçimdeki gücü her şeye
yansıtmalıyım. Umutsuzluğumu bir varoluş ilkesi haline getirmeliyim. Çünkü
sonsuzluğu ancak umutsuzluğum aracılığıyla kavrayabilirim. En tehlikeli ve
kaçınılması gereken şey umutlu olmak ve bu nedenle beklemektir. Umutlu olmak,
edilgen olarak bu dünyadan size iyi bir şeyler sunmasını beklemek demektir.
Böyle bir davranış kendimizi alçaltmak demektir. Bu dünyada beklemek yerine
eyleme geçmeliyiz. Ebedi dönüşü hızlandırarak ve farklılaştırarak varoluş
deviniminin bize yüklediği sorumluluğu yerine getirmeliyiz.
Yaşam sürerken varoluşumuzun temel
referanslarına kavuşuruz. Bazı varoluşlar bizi sonsuz döngünün içine sokar.
Dönüp dururken aynı varoluşlarla temas ederiz. Aynı varoluşlarla olan temaslar
sonsuzca yinelenirken yaşamın sınırlılığından, sonluluğundan, varoluşun
sınırsızlığına, sonsuzluğuna geçeriz. Bu varoluşlar bizi ebedi dönüşe
hazırlarlar. Tek bir varoluş bu referanslar olmadan geri dönemez. Bu
referanslar her zaman geri gelen tarihteki adlardır. Bu adlar her birimizin
ebedi dönüşteki geçiş noktalarıdır. Bu nedenle Napoléon. Marx, Lenin, Freud
insanlar için geçiş noktaları olmuşlardır. Bir filozof Sokrates, Platon, Hegel,
Nietzsche vb. olarak sonsuz dönüşünü gerçekleştirir.
Hepimizin kendi olduğunu fark ettiği sonsuz
varoluşlar vardır. Hepimiz bu referans noktalarını izleyerek gelecekteki sonsuz
dönüşlere hazırlanırız.
Hepimizin kadınları ve erkekleri vardır. Bu
kadınlardan veya erkeklerden geçerek varoluşun ebedi dönüşünü gerçekleştiririz.
Erotizmin sonsuzluğa açılmasının anlamı, ebedi dönüşün erkek kadın arasındaki
devinime dönüşmesi aşamasında ortaya çıkar. Erkek kadınını, kadın erkeğini
bulurken o kadını veya erkeği sonsuz dönüşün değişmez bir referansı haline
getirir. Ve yaşanan aşk, ebedi varoluşa, ebedi dönüş olarak yansır.
Bütün yanlışlık, yaşam ile varoluşu aynı
görmekten kaynaklanmaktadır. Yaşam ile varoluş arasında farklılık ve gerilim
vardır. Nietzsche bu olguyu ebedi dönüşle aşmaya çalıştı. Varoluş sonsuz sayıda
gerçekleşen yaşamdan geçmektedir. Yaşamlar aynı referans noktalarından geçerek
varoluşu görünür hale getirirler.
Olup biteni daha iyi görmek ve kavramak için
zevk ve acının nasıl oluştuğuna bakmalıyız. Organlarımızın aldıkları darbeleri
veya maruz kaldıkları mikrobik saldırıları bildirme biçimi acıdır. Zevk ise
organların önceden programlanmış bir amacı gerçekleştirmesinden doğar. Zevk her
zaman aynı yollardan geçer. Zevk sonsuzca yinelenen aynı hareketlerden doğar.
Acı her zaman beklenmeyendir. Zevk programlıyken, acı programsızdır. Bir
varoluşun ebedi dönüşünün referans noktalarındaki varoluşlar onun ebedi
dönüşünü sağladıklarından sürekli yinelenen zevki üretirler. İşte bu nedenle
Nietzsche kendi referans noktalarında duran varoluşları bulmaya çalışmıştır.
Bu referans noktalarını yaşadığı dönemde bulunan varoluşlarda bulamayınca
tarihteki adlara başvurmuştur. Caesar, Dionysios, İsa vb. Tarihteki adlar onun
ebedi dönüşünün anahtarlarıydılar.
Sevgili
okuyucu, giriş bölümünü okuduğumuz bu kitap, adının da belirttiği gibi varoluş,
ahlâk ve ölüm arasındaki ilişkileri açığa çıkarmaya ve böylece binlerce yıl
süren bir serüvenin ne olduğu konusunda yazılan eserlere bir yenisini ekleyerek
sizi aydınlatmaya çalışacaktır.
M. Mukadder Yakupoğlu
Yazar ve çevirmen. 1 Şubat 1951 Giresun doğumlu. Galatasaray Lisesi’ni (1970) ve İstanbul Üniversitesi’ni (1974) bitirdi. Lise yıllarında sosyal bilimlere ve Fransızcaya ilgi duydu. Ancak 1968 olayları sırasında geçirdiği depresyondan sonra hayata bakış açısı değişti ve çalışmaları felsefeye yöneldi. Felsefi alandaki yazıları başta Doğu Batı Dergisi olmak üzere çeşitli dergilerde yayımlanmıştır. Felsefe ve edebiyat alanında 21 adet eseri Türkçeye çevirmiştir. Eserleri: Varoluşun Anlamı (1995); Ahlâk ve Şiddet (Göçebe Yayınları 1997); Varoluş, Ahlâk ve Ölüm (İlk basım Mor Yayınları, 2001). Çevirdiği Eserlerden Bazıları: George Bataille, Eros’un Gözyaşları (Göçebe, 1997); Henri-Frédéric Amiel, Günce I-II (Mor, 1999); George Bataille, Lanetli Pay (Mor, 1999); Pierre Klossowski, Nietzsche ve Kısırdöngü (Kabalcı, 1999); Nietzsche Üzerine (Kabalcı, 2000); George Bataille, İç Deney (YKY, 2003); Stendhal, Aşk Üzerine (Adam, 2003); Henri Bergson, Ahlâkın ve Dinin İki Kaynağı (Doğu Batı, 2004); Søren Kierkegaard, Ölümcül Hastalık Umutsuzluk (Doğu Batı 2004); Armand Cuvillier, Felsefe Yazarlarından Seçilmiş Metinler (Doruk, 2008); Simone Weil, Yerçekimi ve İnayet (Doğu Batı, 2019).